Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları

Türkiye akademisindeki tıkanıklığın sorumlusu kim? Bu sorunun çok boyutlu, yanıtlaması güç, fakat derinlemesine irdelenmesi gereken, kritik bir soru olduğuna inanıyorum. Bu yazı bu soruya net bir yanıt vermekten aciz. Bununla beraber Türkiye’de akademinin bu konuda bir zihin jimnastiğine, yanıtın kendisinden daha çok ihtiyacı olduğu bir dönemdeyiz.

Giriş

“İnsan kaynakları” bağlamında kendi kendisini finanse eden akademi bu özelliği ile birçok meslek dalından ayrılıyor. Her an bir sonraki jenerasyonu yetiştirmekte olan akademinin dezavantajlarından birisi ne yazık ki şu: Kötü akademi, kötü akademiyi yetiştiriyor. Bu açıdan Türkiye’deki akademinin vasıfsız çoğunluğunun sorumlusunun akademinin önceki nesilleri olduğu, ve köklü bir değişikliğin gerçekleşmediği gelecek nesillerin şu anki nesilden daha vasıflı olmayacağı aynı anda iddia edilebilir.

Aşağıdaki sorunun yanıtı ile bu çalışmada bir kısmına yanıt aradığım soru arasında önemli bir benzerlik olduğunu düşünüyorum:

Toplumun yitik gençlerinin sorumlusu kim?

Bir çocuğun gelişimi esnasında rol oynayan birçok parametre olsa da, bu soruya verilebilecek en geçerli yanıtlardan birisi muhtemelen şu olurdu:

Aileleri

Toplum içinde ailenin rolü, akademi içinde tez danışmanı ve tez komitesinin rolü ile benzerlik teşkil ediyor. Bu fikri netleştirmek için bu yazıda tez danışmanlarının imzaladığı, tez komitelerinin geçirdiği, fakat akademik açıdan son derece problemli olan tezlerden yola çıkarak danışman hocaların etik anlayışının mezun ettikleri kişilerin akademik anlayışını nasıl etkilediğini, ve bu fenomen ile akademinin sıhhati arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalışacağım.

Burada göz önünde bulundurulması gereken bir detay var: Nasıl ki problem davranışlar sergileyen bir çocukla ilgili asıl kızılması gereken zamanında müdahale etmeyerek bu davranışların çocuğun gelişiminin integral bir parçası olmasına sebep olan aile bireyleri ise, bu yazıda sizlere sunacağım ve Türkiye’de verilmiş tezlerden ötürü eleştirilmesi gerekenler de bu tezlerin sahipleri değil. Eğer eleştirilmesi gereken bir kesim varsa, o da bahsi geçen tezlerin danışmanları, ve tezlerin akademik bütünlüğünden sorumlu olmasına rağmen az sonra göreceğiniz halleri ile literatürde yer almalarına göz yuman tez komite üyeleri. Her ne kadar tezleri tartışmalı olsa da tez sahiplerini suçlamak, mağdur olanı mağduriyetinden ötürü suçlamak ile aynı.

Suçlulara değil örüntülere odaklanmanın uzun vadede daha faydalı olacağını idrak etmek gerekli.

İçerik

Bu yazı birbiri ile bağlantılı birkaç kısımdan oluşuyor.

Bu kısımlardan ilki Türkiye’deki akademik problemler üzerine hazırlanmış önceki çalışmaların anıldığı kısım. Tamamını okumak mümkün olmasa da okurların birkaç tanesine göz atmasını umarım.

İkinci kısım etik ve bilimsel açıdan kusurlu tezlere örnekler sunuyor. Birçoğu aynı danışmanın farklı öğrencilerinin tezlerindeki benzerlikleri göz önüne seren bu örnekler, bu öğrencilerin öğrencilerinin de benzer eğilimlerden muzdarip olabileceğini örnekliyor.

Üçüncü kısım Türkiye’de yayınlanan tezlere erişimdeki zorluklardan bahsediyor.

Dördüncü kısım Türkiye’de akademik problemlere verilen tepkilerin yetersizliğine, ve buna sebep olan yasama ve yürütme problemlerine değiniyor.

Son kısımda ise aslen yazının bir özeti yer alıyor.

Feragatname

Başlamadan önce netleştirmek istediğim birkaç nokta var:

  • Bu yazıda kimseyi herhangi bir suçla itham etmek ya da rencide etmek gibi bir gayem yok.
  • Yazı içerisinde ismi geçen kişilerin bir kısmı gerçek anlamda mağdur kişiler. Dolayısıyla yazı içerisinde yer alan isimlere önyargı ile yaklaşmak son derece yanlış bir davranış olur.
  • Muhtemelen ele alınan her örneğin bir savunması vardır. Yazıda karşı tarafın görüşlerine yer verilmediği için hikayenin tamamını bilmiyor olduğunuz gerçeğini lütfen göz ardı etmeyin, ve yazara güvenerek şüpheciliği elden bırakma hatasına düşmeyin.

Teşekkürler

Yazıda yer alan tez ve raporların çok büyük bir kısmı sizlere Dr. Tansu Küçüköncü ve çeşitli anonim kişilerin üstün gayretleri sayesinde ulaşıyor. İtinalı çalışmaları ve kararlılıklarından Dr. Tansu Küçüköncü ve anonim akademisyenlere, yazıda yer alan tezlerden üç tanesini inceleyen anonim denetçilere, ve hukuki konulardaki desteğinden ötürü Serkan Köybaşı’ya teşekkür ederim.

Son olarak, hiç de keyifli olmayan bu yazıları okumaya vakit harcayan, bu tartışmaların geniş çevrelere yayılması için çaba sarf eden kişilere katkıları ve ilgilerinden ötürü Türkiye’de akademinin ahvali konusunda kafa yoran herkes büyük bir teşekkür borçlu.

Türkiye akademisinin kendi kendisini tenkit etme çalışmalarının kalabalıklaşarak hız kazanması dileğiyle.

Önceki Yazılar ve Türkiye’nin Akademik Problemler Külliyatı

Türkiye yazı ve tartışma bağlamında akademik çürüme üzerine hatırı sayılır bir külliyata haiz. Bu yazıların her birini bir araya getirmek ya da bir okurun tümünü okumasını beklemek güç. Bununla beraber problemi bir bütün olarak değerlendirebilmek için tek bir perspektife sıkışıp kalmamak çok önemli. Bu bağlamda aşağıdaki yazılar geniş bir birikimin çok küçük bir kısmını teşkil ediyor olsalar da, akademik problemlere tamamen farklı açılardan ışık tuttukları için önemli olduklarını düşünüyorum:

Türkiye’den Tez Manzaraları: Öğrenciler ve Danışmanları

Yazının bu kısmında gündeme getireceğim örneklerin her birisi akademik açıdan problemli bir durum teşkil ediyor. Her biri aynı şiddette olmayan bu problemler, şiddetinden bağımsız bir biçimde örnek olarak vereceğim tezlerin danışmanlığını yapan kişiler ve bu tezlerin altına imza atan tez komitelerinin çeşitli seviyelerdeki sorumsuzluklarının bir sonucu.

Ne yazık ki burada ele alacağım tezlerin buz dağının görünen kısmı olduğunu iddia etmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum.

Danışman: Dr. Güniz Gürüz, ODTÜ

İlk örnek ODTÜ’den. Bu tez çifti bu kısımda vereceğim tez örneklerinin en hafif, en göz ardı edilebilir olanı. Tezlerden ilki şöyle:

Üniversite Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Kimya Mühendisliği)
Tez Sahibi Selis Önel
Tez Danışmanı Dr. Güniz Gürüz
Tez Komitesi Dr. Güniz Gürüz, Dr. Canan Özgen, Recep Parlak, Dr. Suzan Kıncal, Dr. Deniz Üner
Tez Energy Optimization of the Yankee Hood Dryer, 2000

Diğer tez ise şöyle:

Üniversite Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Kimya Mühendisliği)
Tez Sahibi Akın Salih Toppare
Tez Danışmanı Dr. Güniz Gürüz
Tez Komitesi Dr. Güniz Gürüz, Dr. Canan Özgen, Oktay Orhan, Dr. Suzan Kıncal, Dr. Deniz Üner
Tez The Energy Analysis and the Multivariable Energy Optimization of a Yankee Hood Dryer“, 2002

2000 yılında yayınlanan iki tez de bir kağıt kurutma cihazının en optimum çalışma koşullarını araştırıyor. İki tez de kağıdın, kağıt üretiminin ve kağıt üretiminde yaygın bir şekilde kullanılan bir cihazın özelliklerini anlatmakla başlıyor. Önel’in 2000 yılında yayınladığı yüksek lisans tezinde yer verdiği ve malzemenin tarihçesi ve teknik özelliklerine dair yazılan giriş çok büyük oranda (zaman zaman aynı cümleler, zaman zaman ise küçük değişikliklerle) Toppare’nin 2002 yılında yayınladığı tezde alıntılanmış:

Bu iki teze dair problemleri irdeleyen anonim bir rapora buradan ulaşabilirsiniz: Anonim değerlendirme raporu [PDF].

Aynı ya da benzer projeler üzerinde çalışan öğrencilerin tezlerinin birbirine benzemesi kaçınılmaz bir durum. Bununla beraber cümleleri değiştirip aynı içeriği farklı bir sunumla araya sıkıştırmak, bir tez içerisine bir başka tezden aynen kopyalanmış cümleleri serpiştirmek bunun makul bir sonucu değil. Bu örnek ne tez danışmanı ne de komitesinin değinmeye değer gördüğü küçük bir problemi örnekliyor.

Benzer projelerde çalışan öğrencilerin birbirlerinden alıntı yaparlarken çizginin nereye çekilmesi gerektiği net bir yanıtı olmayan bir soru. Bununla beraber bu çizginin özellikle danışman tarafından etik açıdan problem teşkil etmesi mümkün olmayan bir yere çekilmesi sadece öğrenciyi korumakla kalmayan, aynı zamanda yeni neslin etik konusunda daha tutarlı olmasını da sağlayabilecek bir pratik. Takip eden örneklerde bu durumun nerelere varabileceğine dair  örnekler göreceksiniz.

Danışman: Dr. Sinan Bilikmen, ODTÜ

ODTÜ’den bir diğer örnek.

Dr. Bilikmen’in aynı yıl mezun ettiği iki öğrenciden ilkinin tezi aşağıdaki gibi.

Üniversite Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Fizik)
Tez Sahibi Demiral Akbar
Tez Danışmanı Dr. Sinan Bilikmen
Tez Komitesi Dr. Sinan Bilikmen, Dr. Gülay Öke, Dr. Cevdet Tezcan, Dr. Serhat Çakır, Akif Esendemir
Tez The Non-Uniform Argon DC Glow Discharge System Parameters Measured with Fast Three Couples of Double Probe“, 2006

Diğeri ise şöyle:

Üniversite Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Fizik)
Tez Sahibi Ebru Dağtekin
Tez Danışmanı Dr. Sinan Bilikmen
Tez Komitesi Dr. Sinan Bilikmen, Dr. Arif Demir, Dr. Gülay Öke, İsmail Rafatov, Dr. Burak Yedierler
Tez Measurement of Nonuniform Magnetized Argon Plasma Discharge Parameters“, 2006

İki tezi kısmen karşılaştıran ekran görüntüleri aşağıdaki gibi:

Bu iki teze dair problemleri irdeleyen anonim bir rapora buradan ulaşabilirsiniz: Anonim değerlendirme raporu [PDF].

Aynı yıl mezun olan iki öğrencinin tezleri arasındaki benzerlik ikisinin de danışmanı olan Dr. Bilikmen’in gözünden kaçmış olamaz. Lâkin kendisi bunda bir problem görmemiş.

Son ekran görüntüsünde ilk tezden taşınırken yapısı bozulan ve okunurluğunu tamamen yitiren figür dahi ne danışman ne de komitenin ilgisini çekmemiş, ve tez arşivlere bu haliyle girmiş.

Danışman: Dr. Bekir Karlık, Fatih Üniversitesi

Sıradaki tez yukarıdaki örneklere nazaran çok daha net ve çok daha ciddi bir etik ihlalini örnekliyor. Teze dair bilgiler aşağıdaki gibi:

Üniversite Fatih Üniversitesi
Tez Sahibi Ahmet Vehbi Olgaç
Tez Danışmanı Dr. Bekir Karlık
Tez Komitesi Dr. Bekir Karlık, Dr. Tuğrul Yanık, Dr. Mehmet Şevkli
Tez Software Development of Fuzzy Clustering Artificial Neural Networks“, 2009

Dr. Bekir Karlık’ı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde düzenlenen konferanstan hatırlıyorsunuz. Dr. Karlık, danışmanlığını yaptığı öğrencinin tezine Dr. Yanık ve Dr. Şevkli ile beraber imza atmış. Tezden bazı sayfalar aşağıdaki gibi.

Tezin çok büyük bir kısmı Zhansou Yu’nun ABD’deki Houston Üniversitesi’ne verdiği yüksek lisans tezi ile aynı (Dr. Yu’nun tezi açık, ve kendisine bu adresten erişilebiliyor). Olgaç’ın tezinin geri kalan kısımları ise çeşitli İnternet kaynakları ve kitaplardan derlenmiş.

Bir bakış açısı, Dr. Karlık’ın -jürideki diğer iki isim ile beraber- dikkatsizliklerinin mağduru olduğunu, eğer bir suçlu varsa o kişinin tezin yazarı olan Olgaç olduğunu ileri sürebilir. Öğrencisinin kabiliyetlerini ve yapabileceği şeyleri bilen bir danışmanın bu tezde çok büyük problemler olduğunu fark etmemesi mümkün değil. Bununla beraber Dr. Karlık’ın sadece kötü bir danışman olduğunu ve tezdeki problemlere bilerek göz yummadığını varsaymak da mümkün. Aşağıdaki örneğin bu konuya açıklık getirdiği kanâatindeyim.

Danışman: Dr. Bekir Karlık, Sakarya Üniversitesi

Dr. Karlık’ın danışmanlığını yaptığı bir diğer teze dair bilgiler şöyle:

Üniversite Sakarya Üniversitesi
Tez Sahibi Selahaddin Kaya
Tez Danışmanı Dr. Bekir Karlık
Tez Komitesi Dr. Bekir Karlık, Dr. Sabih Aksoy, Dr. M. Ali. Yalçın
Tez Yapay Sinir Ağları ile Ünite Planlaması ve Paylaşımı“, 1997

Tezi incelediğinizde Dr. Karlık’ın altına imza attığı içeriğin kayda değer bir kısmının, Dr. Karlık’ın 1993 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’ne teslim ettiği “Çok Fonksiyonlu Protezler için Yapay Sinir Ağları Kullanılarak Miyoelektrik Kontrol” isimli tezinde de yer aldığını görüyorsunuz. Aşağıda tezden bazı kısımlar yer alıyor:

Dr. Karlık’ın kendi tezinde yer verdiği kısımları hatırlamamasının mümkün olduğunu düşünmüyorum. Tezde yer verilen uygulamanın kaynak kodunun bile aynı oluşu, bu içeriğin öğrenciye Dr. Karlık tarafından tedarik edildiğine şüphe bırakmıyor.

Özellikle Türkiye’deki gelenekler göz önünde bulundurulduğunda, bir öğrenciye danışman hocasının “uygun gördüğü” bir yönteme muhalefet etmediği için kızmanın haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ahmet Vehbi Olgaç ve Selahaddin Kaya’nın tezlerinin sorumlusu elbette Dr. Karlık.

Peki Dr. Karlık’ı suçlamak mubah mı? Suçluyu bulduk mu? Bu sorunun yanıtı belki de Dr. Bekir Karlık’ın doktora tezi, ve onun danışmanında.

Danışman: Dr. Halit Pastacı, Yıldız Teknik Üniversitesi

Bekir Karlık’ın doktora tezine dair bilgiler aşağıdaki gibi:

Üniversite Yıldız Teknik Üniversitesi
Tez Sahibi Bekir Karlık
Tez Danışmanı Dr. Halit Pastacı
Tez Komitesi Dr. Halit Pastacı, (komitedeki diğer isimlere tezde yer verilmemiş)
Tez Çok Fonksiyonlu Protezler İçin Yapay Sinir Ağları Kullanılarak Miyoelektrik Kontrol“, 1993

Bu örneği tamamlayacak bir tez daha var. O da şu:

Üniversite İstanbul Teknik Üniversitesi
Tez Sahibi Özcan Kuyucu
Tez Danışmanı Dr. Mehmet Körürek
Tez Komitesi Dr. Mehmet Körürek, Dr. Erdal Panayırcı, Ertuğrul Yazgan
Tez Elektromiyografik İşaretlerin Değerlendirilmesi“, 1989

Aşağıdaki ekran görüntüleri yukarıdaki iki tezden:

Dr. Karlık’ın doktora tezinin çok kritik bir kısmı, Özcan Kuyucu’nun yüksek lisans tezi ile aynı. Dr. Karlık’ın tezinden Özcan Kuyucu’nun tezine sadece bir referans var, o da tezin giriş kısmında Türkiye’de yapılan başka çalışmalar da olduğundan bahsedilen cümlenin sonunda. Dr. Karlık’ın tezinde kullandığı verilerin Kuyucu’nun tezinden alındığına dair hiçbir bilgi olmadığı gibi, yukarıdaki ekran görüntülerinden de görebileceğiniz gibi kopyalanmış olan kısımların kaynağına dair hiçbir referans yok.

Bir danışmanın birlikte çalıştığı doktora öğrencisinin kapasitesini ve imkanlarını bilmemesi mümkün değil. Dolayısıyla bu tezi okuyup altına imza atan Dr. Halit Pastacı’nın Dr. Karlık’ın tezinde yer alan verileri kendisinin toplamadığını bilmemesi imkansız. Fakat öğrencisinin akademik açıdan çok kritik olan bir süreci idrak etmesine vesile olma sorumluluğunu yerine getiremeyen Dr. Halit Pastacı sadece Dr. Bekir Karlık’ın değil, Selahaddin Kaya ve Ahmet Vehbi Olgaç’ın da sorumlusu.

Burada çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum: Akademide seviye bir gelenek. Bu böyle. Türkiye akademisindeki kötü geleneklerin sorumlularının bu gelenekleri nesilden nesile aktaranlar kadar bu geleneklere göz yumanlar olduğunu da hesaba katmak gerekli. Yazı boyunca bunun örneklerine rastlayacaksınız.

Danışman: Dr. Ali Okatan, Haliç Üniversitesi

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’ndeki konferansın düzenleyicilerinden birisi Dr. Bekir Karlık iken konferansın diğer düzenleyicisi de Dr. Ali Okatan idi (hatta konferansa dair kaygıların kaleme alındığı bir yazı üzerine birlikte imza attıkları bir suç duyurusunu basın kuruluşlarına göndermişlerdi).

Eğer gerçekten akademik bir gelenek varsa, birlikte çalıştıklarından hareketle Dr. Okatan ile Dr. Karlık’ın benzer geleneklere haiz oldukları iddia edilebilir. Bu durumda bu zihin deneyini tamamlayacak kilit mevzu Dr. Okatan’ın öğrencileri ile benzer ilişkiler içerisinde olup olmadığı olsa gerek.

Aşağıdaki tez Dr. Okatan’ın mezun ettiği yüksek lisans öğrencilerinden birisine ait:

Üniversite Haliç Üniversitesi
Tez Sahibi Murat Oğuz
Tez Danışmanı Dr. Ali Okatan
Tez Komitesi Dr. Ali Okatan, Dr. Yüksel Bal
Tez Internet Security Gateways and the Applications“, 2008

Tezin çok büyük bir kısmı SANS Enstitüsü‘nün Bilgi Güvenliği notlarından bire bir alınmış kısımlardan oluşuyor. Örnek bir sayfa aşağıdaki gibi:

Aşağıdaki ekran görüntüsünde ise, tez içerisinde SANS’ın güvenlik notlarından bire bir alınmış kısımları renklendirilmiş olarak görüyorsunuz. Her bir renk bir kaynaktan yapılan bire-bir alıntıların nerede başlayıp nerede bittiğini gösteriyor. Tezin neredeyse tamamı bu kaynakların peşi sıra eklenmesi ile ortaya çıkmış:

İşin trajikomik tarafı, SANS’ın her belgesinin sonunda aşağıdaki legal notun yer alıyor olması:

“This paper is from the SANS Institute Reading Room site. Reposting is not permitted without express written permission”.

Yukarıdaki metin aşağı yukarı şöyle diyor:

“Bu makale SANS Enstitüsü’nün Okuma Odası sitesinden. Kesin yazılı izin olmaksızın tekrar yayınlanması yasaktır”.

Fakat bu tez YÖK’e teslim edildiği için bu teze erişim her Türkiye vatandaşının en tabiî hakkı; yani bu tez içindeki makaleleri dilediğiniz gibi kopyalayıp, dilediğiniz şekilde dağıtabilirsiniz.

Dr. Okatan’ın nasıl bir motivasyonla bu tezi imzaladığını bilmiyorum.

Fakat sebep olduğu fikri mülkiyet probleminin SANS Enstitüsü avukatlarının hoşuna gideceğini sanmıyorum. Dr. Okatan tezi bu haliyle imzalayarak sadece öğrencisine büyük bir zarar vermekle kalmıyor, bu teze kütüphanesinde yer vermek zorunda olan Haliç Üniversitesi’ni de çok büyük bir finansal risk ile karşı karşıya bırakıyor.

Danışman: Dr. Ali Okatan, Bahçeşehir Üniversitesi

Dr. Okatan’ın danışmanlığını yaptığı, akademik gelenek hipotezini destekleyen bir diğer tez:

Üniversite Bahçeşehir Üniversitesi
Tez Sahibi Çağatay Akpolat
Tez Danışmanı Dr. Ali Okatan
Tez Komitesi Dr. Ali Okatan, Dr. Adem Karahoca, Dr. Levent Eren
Tez Fingerprint Recognition by Using Cosine Transform“, 2004

Akpolat’ın tamamı başka çalışmalardan bire-bir alıntılarla derlenmiş tezinin büyük bir kısmı Salil Prabhakar tarafından Michigan State Üniversitesi’ne verilmiş doktora tezinden. Bir kısmı aşağıdaki gibi:

Akpolat’ın tezinin bir kalan kısmının bir bölümü de Carnegie Mellon Üniversitesi’ndeki birkaç öğrencinin parmak izi tanıma üzerine hazırladığı ödevden geliyor. Aşağıda yer alan ekran görüntüsü, Dr. Okatan’ın Akpolat’ın tezindeki problemlerden haberdar olmamasının neden mümkün olmadığını gösteriyor:

Yukarıdaki yüksek lisans tezi ile Bahçeşehir Üniversitesi’nden mezun olan, 6 yayınından 4 tanesini buradaki yazımın ardından kapanan IKS’nin Çanakkale’de düzenlediği, ve bu tip içler acısı makalelerin yayınlandığı “International Conference on Intelligent Knowledge Systems” konferansında Dr. Okatan ile beraber yapan Çağatay Akpolat, şu anda Beykoz Lojistik Meslek Yüksek Okulu‘nda Öğretim Görevlisi, ve burada rastladığım (yerel) özgeçmişine göre İstanbul Üniversitesi’nde doktora öğrencisi. Akpolat’ın Dr. Okatan ile çalışmış olmasının kendisi için bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerini emanet ettiği kişilerin doğruluğundan sorumlu olan Bahçeşehir Üniversitesi’nin de bu talihsizlikte büyük payı var.

Bu yazı yazıldığı sırada Karatay Ünivesitesi’nin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde çalışan Ali Okatan’ın yönettiği ve etik açıdan son derece problemli tezler ile ilgili bilgilendirilen Karatay Üniversitesi rektörü Ömer Torlak’ın e-posta ile verdiği yanıttaki kayda değer noktalar şöyle:

  • Danışmanın dikkatli olması gerekliliğine rağmen tezin asıl sorumluluğu yazarına aittir.
  • Ali Okatan hakkında bir işlem yapmam mümkün olamaz.

Özetle Karatay Üniversitesi’nin bu konudaki tutumu öğrenciyi suçlamak ve kadrolu akademisyeni ile ilgili bir işlem yapmamak yönünde.

Yasama ve yürütme ile ilgili problemlere yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim. Her ne kadar otoritenin kontrolünde bir denetim mekanizmasının yanlışlığına inanıyor ve bilim kurumlarının mümkün oduğunca özerk olması gerektiğine inanıyor olsam da Karatay Üniversitesi, üniversitelerin neden bu problemleri kendi içlerinde çözmekten aciz olduğunun bir göstergesi.

Özetle durum “isteyen akademisyen istediği kadar öğrenci ile neredeyse tamamı çalıntı tezler hazırlayabilir, yönettiği tezler sayesinde elde ettiği akademik puanlar ve maddi gelirin sefasını sürebilir, ama velev ki öğrenciler yakalanacak olursa öğrencilerin başı yanar, hasbelkader yakalanmazlarsa da yuvarlanır gideriz” noktasında. Nasıl yuvarlanıp gittiğimiz ise ortada.

Danışman: Dr. İsmail Naci Cangül, Uludağ Üniversitesi / Balıkesir Üniversitesi

Aynı danışmanın farklı öğrencilerinin çok benzer doktora tezleri ile mezun olmasına göz yummasının çok sık yaşanan bir hadise olduğundan şüpheleniyorum.

Aynı danışman hocanın imza attığı iki doktora tezinden birisi şöyle:

Üniversite Uludağ Üniversitesi
Tez Sahibi Gökhan Soydan
Tez Danışmanı Dr. İsmail Naci Cangül
Tez Komitesi Dr. İsmail Naci Cangül, (diğer isimler tezde yer almıyor)
Tez Sonlu Cisimler Üzerinde Bachet Eliptik Eğrileri“, 2009

Diğer doktora tezi ise şöyle:

Üniversite Balıkesir Üniversitesi
Tez Sahibi Nazlı Yıldız İkikardeş
Tez Danışmanı Dr. İsmail Naci Cangül
Tez Komitesi Dr. İsmail Naci Cangül, Dr. Osman Bizim, Dr. Ahmet Sinan Çevik, Dr. Setenay Doğan, Dr. Recep Şahin
Tez Sonlu Cisimler Üzerinde Frey Eliptik Eğrileri“, 2009

Tez başlıklarının birbirinden sadece tek bir kelime ile ayrılıyor oluşu, tezlerin kalan kısımlarına da yansımış durumda:

Çok büyük bir kısmı bu şekilde ilerleyen tezlerin sonunda yer alan kaynak kodlar da birbirinin aynısı:

Hatta kopyalama/yapıştırma işlemi esnasında esnasında kaynak kodun yapısı bozulmuş (aşağıdaki ekran görüntüsü). Sağdaki kodun bu haliyle çalıştırılması, dolayısıyla tezde iddia edilen sonuçların tekrarlanması mümkün değil. 5 kişilik tez komitesinin böylesi yapısal bir problemi fark etmemiş olmaları dikkat çekici:

Ek olarak bu iki teze dair problemleri irdeleyen bir rapora da buradan ulaşabilirsiniz: Anonim değerlendirme raporu [PDF].

İki tezin de danışmanlığını yaptığı için iki tez arasındaki benzerliklerden haberdar olması gereken Dr. Cangül’ün öğrencilerini bu tezlerle mezun etmesi büyük bir talihsizlik.

Danışman: Dr. Erdem Uçar, Trakya Üniversitesi

Yukarıdaki örüntü Türkiye’nin gri literatüründe kendisine tahmin edebileceğinizden daha sık yer buluyor. Farklı bir danışman ve farklı bir üniversiteden benzer bir örnek. Bir yıl arayla yayınlanan tezlerden ilki bir yüksek lisans tezi:

Üniversite Trakya Üniversitesi
Tez Sahibi Fatih Aydın
Tez Danışmanı Dr. Erdem Uçar
Tez Komitesi Dr. Erdem Uçar, Dr. Yılmaz Çan, Dr. Deniz Taşkın
Tez Kalp Ritim Bozukluğu Olan Hastaların Tedavi Süreçlerini Desteklemek Amaçlı Makine Öğrenmesine Dayalı Bir Sistemin Geliştirilmesi“, 2011

Yukarıdaki tezden bir yıl sonra yayınlanan doktora tezi ise şöyle:

Üniversite Trakya Üniversitesi
Tez Sahibi Adnan Fatih Kocamaz
Tez Danışmanı Dr. Erdem Uçar
Tez Komitesi Dr. Erdem Uçar, Dr. Levent Öztürk, Dr. H. Hüseyin Balık, Dr. Yılmaz Kılıçaslan, Dr. Tahir Altınbalık
Tez Makine Öğrenmesi Tabanlı Bir Uzman Sistem Tasarımı“, 2012

İki tezin de ciddi bir kısmı birbiri ile aynı:

İki tezin de danışmanı olan Dr. Uçar aynı zamanda iki komitede de yer alan tek isim.

Danışman: Dr. Cevdet Emin Ekinci, Fırat Üniversitesi

Bu örüntüye Dr. Cevdet Emin Ekinci’nin imza attığı iki tez ile son vermek istiyorum. Dr. Ekinci’yi tüm uluslararası yayınlarını kendisinin editörü olduğu bir dergide basmış olması ile tanımıştık (detaylar bu yazıda, özet figür ise burada). Dr. Ekinci’nin yönettiği tezlerden ilki şöyle:

Üniversite Fırat Üniversitesi
Tez Sahibi Atilla Taşdemir
Tez Danışmanı Dr. Cevdet Emin Ekinci
Tez Komitesi Dr. Cevdet Emin Ekinci, Dr. Zülfü Çınar Ulucan, Dr. Ömer Keleşoğlu
Tez Enjeksiyon Yöntemiyle Üretilen Kristal Yapılı Ferrokrom Cürufu Katkılı Betonların Fiziksel Özelliklerinin Araştırılması“, 2006

Diğer tez ise aşağıdaki gibi:

Üniversite Fırat Üniversitesi
Tez Sahibi Mustafa Erşimşek
Tez Danışmanı Dr. Cevdet Emin Ekinci
Tez Komitesi Dr. Cevdet Emin Ekinci, Dr. Ragıp İnce, Dr. Ömer Keleşoğlu
Tez Enjeksiyon Yöntemiyle Üretilen Granüle Yapılı Ferrokrom Cürufu Katkılı Betonların Fiziksel Özelliklerinin Araştırılması“, 2006

Aynı sene yayınlanan tezler birbirlerine teşekkür ederek başlıyor. İki tezden birisi kristal yapılı ferrokrom, diğeri ise granüle yapılı ferrokrom ile ilgileniyor. Bu kelimeler dışında kalan kısımları tamamen aynı olan tezlerden birkaç görüntü şöyle:

Başta tezlerin minimal farklılığına özen gösterilirken sonlara yaklaştıkça fotoğraflar bile aynılaşıyor:

Bu noktada iki komitede de yer alan Dr. Ekinci ve Dr. Ömer Keleşoğlu’na tek eleştirim tezlerin sonlarına doğru fotoğrafları değiştirmeye dahi gerek görmeyen öğrencilerini uyarmamış olmaları. Gerisi için söyleyecek bir söz bulamıyorum.

Dr. Ekinci örneği de dahil olmak üzere burada yer verdiğim tezleri onaylayan danışmanlar ve tez komiteleri samimi bir şekilde yaptıkları şeyin uzun vadede ne tür problemlere yol açtığını görmekten aciz olabilirler. Fakat bu yeni nesli kendi etik anlayışları ve vizyonlarına sıkıştırıyor oldukları gerçeğini değiştirmiyor.

Tüm bunların bedelini ise, hem mecazi hem de kelimenin sözlük anlamı ile, Türkiye ödüyor.

Türkiye’de Yayınlanmış Tezlere Ulaşmak Zor

Yayınlanan tezlerin bu tezlerden bir çıkarı olmayan kişilerce muntazam bir şekilde incelenmesi, literatürün kopya ve intihalden arındırılması ve bu tezleri yöneten ya da teslim eden kişilerin kazandıkları akademik ünvanların geçerliliğinin yeniden değerlendirilebilmesi açısından çok önemli.

Fakat Türkiye’de yayınlanan tezlere erişmenin önünde çeşitli engeller var. Bu engellerin kime hizmet ettiği, tez arşivlerini yönetmekle sorumlu olan YÖK’ün ve kütüphanelerde bir kopyası bulundurulması gereken tezlere erişimde problem çıkaran üniversitelerin yanıtlaması gereken bir soru.

Konuya Türkiye’deki akademik problemler üzerine sık sık yazan araştırmacı Emrah Göker‘in bu yazı için kaleme aldığı bir özet ile başlamak istiyorum. Bu özet, bu kısımdaki alt başlıklar anlaşılmasını da kolaylaştıracağı için önemli:

YÖK’ün birkaç yıldır kullanıma açtığı ”Ulusal Tez Merkezi“ portalı, dijital ortamda, Türkiye üniversitelerinde hazırlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerine erişim için çok önemli bir hizmet oldu. Ne var ki bu web sitesinden tezlerin kısıtlı bir bölümüne erişilebiliyor. Tez yazarları izin formunda erişime kısıtlarlarsa, tezleri okumak mümkün olmuyor. İkinci alternatif, tezlere, savunulduğu üniversitelerde, kütüphaneler aracılığıyla ulaşmak. Burada da üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalar var. Bazı yerlerde, yazar izin vermemişse kütüphane erişimi de mümkün olmuyor; bazı yerlerde ise keyfi biçimde tezler kütüphanenin katalog yönetiminden koparılıp, fakülte veya enstitü bünyesinde, erişime kapatılan odalarda depolanıyor.

Yüksek lisans/doktora tezlerinin ancak yazarın izniyle kamusal erişime ve çoğaltmaya açılmasında, kağıt üzerinde, yanlış bir şey yok. Bunun, hangi bilimsel ve hukuki gerekçelerle yapıldığını kayda geçirmekle ilgili bir sorun var. Örneğin ABD’de tezlerin UMI/ProQuest Electronic Theses and Dissertations sistemine girmesi için yazarlara imzalatılan onay formunda erişimle ilgili üç seçenek var: (1) tüm dünyanın erişimine açma; (2) 5 yıl boyunca sadece tezin yazıldığı üniversitede, veya üniversitelerarası ödünç verme ile erişime açma — ki yazar neden bu kısıtlamayı talep ettiğinin formda açıklamak zorunda, açıklaması reddedilebiliyor; 5 yıl sonunda çalışma tüm dünyanın erişimine açılıyor; (3) patent nedeniyle çalışmaya erişimi tamamen 1 yıl boyunca kapatma –ki bunun için de ek bir belgeleme gerekiyor ve 1 yılın sonra erişim ilk iki seçenekten birinde mümkün oluyor. Her öğrenci, kendi kurumunda savunmasını başarıyla yaptıktan ve tez kurulu imzalarını topladıktan sonra bu formu doldurmak zorunda.

Bizde ise YÖK’ün istediği “Tezlerin Çoğaltılması ve Yayımı İçin İzin Belgesi”, kişiden herhangi bir gerekçe talep etmeden, tezin en fazla 3 yıl erişime kapatılmasına izin veriyor. 2006 öncesi tezler için erişim ise, ancak yazar formu doldurup izni verdiyse açılıyor, yoksa YÖK herhangi bir işlem yapmıyor. Fotokopi hizmeti de durdurulduğu için, 2006 öncesi tezlerde yazar kendi girişimiyle formu YÖK’e göndermemişse tek şansınız tezin savunulduğu üniversiteye gidip dedektiflik yapmak. İki örnek verelim: Ulusal Tez Merkezi portalında Sosyoloji disiplininde en erken rastlanan doktora tezi 1985 yılından. 2005′e kadar, bu yıl dahil, 409 tez geçmiş. En erkeni 1990′da olmak üzere bunların sadece 41′inin (% 10) dijital kopyasını indirebiliyoruz. 2006′dan başlayarak “en fazla 3 yıl kısıtlama” kuralı Sosyoloji için erişimi olumlu yönde etkilemiş: 2006-2012 arası onaylanan 438 tezin sadece 10 tanesine erişilemiyor. Tüm disiplinlerde tezlere dijital erişim, 2006′dan bugüne düzeliyor diyebiliriz. Ancak toplamda bakarsak, dijital yayın izni olmayan 2006 öncesi tezler için araştırmacılar üniversitelere mahkum, ve üniversitelerin YÖK gibi standart erişim uygulamaları yok.

 

Tezlere Erişim Güçlüğüne Dair Güncel Bir Örnek

Yukarıda bahsedilen erişim güçlüklerinin pratikte nasıl sonuçlar doğurduğuna bir örnek vermek istiyorum.

Aşağıdaki ekran görüntüleri Dr. Halil İbrahim Dursun’un (Aksaray Üniversitesi), Dr. Ziya Burhanettin Güvenç (Çankaya Üniversitesi (2011 itibarı ile Çankaya Üniversitesi rektörü kendisi)) ve Dr. Ergün Kasap (Gazi Üniversitesi) ile 2009 yılında kaleme aldığı makaleden. Makale, yayınlandığı derginden birkaç ay önce çıkarıldı. Son ekran görüntüsünde derginin olaya dair yaptığı utanç verici duyuruyu görebilirsiniz:

Özet kısmından sonuç kısmına kadar diğer makalenin aynı olan bu yayının yazarı Dr. Halil İbrahim Dursun Aksaray Üniversitesi Fizik bölümünde Yardımcı Doçent kadrosu ile akademik hayatına devam ediyor.

Dr. Dursun doktorasını Gazi Üniversitesi’nde, yukarıdaki makalenin de yazarlarından olan Dr. Ergün Kasap danışmanlığında yapmış. Dr. Kasap’ın, Dr. Dursun ile gerçekleştirdiği bu intihalden yola çıkarak Dr. Dursun’un Dr. Kasap danışmanlığında hazırladığı doktora tezinde de benzer bir problemin olup olmadığını merak etmek her vatandaş için bir hak, ve bana kalırsa her bilim insanı için neredeyse bir sorumluluk.

YÖK’ün tez arşivine bağlanarak Dr. Dursun’un tez bilgilerine ulaşmak mümkün. Bununla beraber YÖK, teze “çoğaltma ve yayım için izin belgesi” olmadığından ötürü erişim izni vermiyor.

Devlet üniversitelerinde yazılan doktora tezlerinin sahipleri, bu tezlerde kullanılan verilerin elde edilmesi için yapılan araştırmalar ve doktora tezlerini yöneten danışmanların masrafları neredeyse tamamen devlet tarafından, yani halktan alınan vergiler ile finanse edilirken, yine bir devlet kurumu olan YÖK’ün 2004 yılında yazılmış bir doktora tezine erişimi güçleştirmesine makul bir gerekçe bulmak çok güç.

Fakat netice olarak Dr. Dursun’un doktora tezine YÖK üzerinden erişmek mümkün değil.

Üniversite Kütüphanelerinin Keyfi Düzenlemeleri Tezlere Erişimi Zorlaştırıyor

YÖK’te erişim izni olmayan bir teze erişim için diğer alternatif, teslim edildiği üniversitenin kütüphanesine giderek tezin bir kopyasını edinmek. Zira üniversite kütüphaneleri üniversite bünyesinde hazırlanan tezlerin bir kopyasını bulundurmak zorunda.

Dr. Dursun’un tezine erişmek için sosyal medyada yaptığım çağrılar üzerine imkânı olan birden fazla gönüllü Gazi Üniversitesi kütüphanesine giderek doktora tezinin bir kopyasını edinmek için girişimde bulundu.

Lâkin bu girişimler Gazi Üniversitesi kütüphanesi tezi vermeye yanaşmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı. Sonuç olarak Dr. Dursun’un tezine ulaşmak mümkün olmadı. Bu elbette Dr. Dursun’un tezinde etik bir problem olduğu anlamına gelmiyor. Fakat kamuya ait olması beklenen çalışmalara kamunun erişiminin, ‘üniversitenin adının lekelenmesinden korkan’ kişilerin inisiyatifine bırakıldığı bir durumda benzeri girişimlerden bu tip sonuçlar almak şaşırtıcı olmasa gerek.

Yardım talebine yanıt verip Gazi Üniversitesi kütüphanesine gidenlerden anonim bir akademisyenin gönderdiği mesajın aşağıdaki kısmının konunun netleşmesine yardımcı olacağına inanıyorum:

Gazi Kütüphanesi’ne gittim ve tezi incelemek ve bazı bölümlerin fotokopisini almak istediğimi söyledim. Görevli memur, derin bir sessizlikten sonra, şu an için bu tezi alamayacağımı belirtti. “Neden” diye sordum. Beni tatmin etmeyen bir açıklama getirdi: “Tezleri dijital ortama aktarma çalışmaları yapıyoruz. Bu yüzden istediğiniz tezi veremeyiz”. “Aktarma işi ne zaman biter ve bittikten sonra alabilir miyim?” dedim. Beni sorguya çekti. “Araştırmacı mısınız?”, “Hangi alanda araştırma yapıyorsunuz?”, v.b… Anladım ki tezi alabilmek için başka yollara başvurmam gerekecek.

Aynı anonim hocadan birkaç ay sonra aldığım nihai yanıt ise şöyle idi:

Araya koyduğum aracı insanlar da (o üniversitede okuyan lisans ve yüksek lisans öğrencileri) teze ulaşamadılar (…) bu konuda size yardımcı olamadığım için üzgünüm.

Benzeri hikayeleri Dr. Tansu Küçüköncü ve bu konulardaki tetkik çalışmalarına önem veren diğer anonim akademisyenlerden dinlemek de mümkün. YÖK üzerinden ulaşılamayan tezleri üniversite kütüphanelerinden temin etmek isteyenlerin karşılaştıkları problemler ve kütüphanelerden aldıkları yanıtların bana ulaşanlarından derlediğim bir özet şöyle:

  • Gazi Üniversitesi: “Tez fotokopisi göndermiyoruzSadece kütüphane içinde belli bölümlerin fotokopisi alınabilir“. Bunun da kütüphanecinin keyfine keder bir durum olduğunu yukarıdaki örnekte öğreniyoruz.
  • Ankara Üniversitesi: “Akademik tezler kütüphane dışına ödünç verilmez. Ancak tez danışmanı veya tezi hazırlayanın izni alınarak, tezin tamamından birim içinde fotokopi çekilmesine izin verilir“.
  • Celal Bayar Üniversitesi: “Tez hizmeti vermiyoruz“.
  • İstanbul Üniversitesi: “Tezlerin tamamının fotokopisini isterken, araştırma yapan kişi danışmanının adını ve okul adresini bildirmelidir. Öğrenci ise, Danışmanı yanında Okulu, Bölümü ve Okul numarası da yer almalıdır. Eğer, tez fotokopisi isteyen kişinin danışmanı yok ise, İ.Ü. Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı’na, tezi ne amaçla kullanacağına dair bir dilekçe yazar. Tezin numarasını ve adını belirttiği dilekçeyi, ya kendisi teslim eder ya da faks ile iletir. İlgili şahsa banka hesap numarası, yatıracağı fotokopi + telif gideri (gönderme ücreti eklenmeden) bildirilir. Bildirilen gider, verilen banka hesabına yatırılıp dekontun kütüphanemize fakslanması (…)“. Gereksiz bürokrasi böyle devam ediyor.
  • Uludağ Üniversitesi: “Üniversitemiz tezleri, içindekiler, kaynakça, özet ve tezin 20-25 sayfalık bölümünün fotokopisi olarak vermektedir“.
  • Erciyes Üniversitesi: “Tezleri hiçbir şekilde ödünç ya da fotokopi olarak vermiyoruz. Sadece kütüphane içinde kullanmaya izin var“.
  • Ege Üniversitesi: “Tez yazarı izin vermişse tamamını, eğer izin yoksa 1/3′ünü gönderiyoruz“.
  • İstanbul Teknik Üniversitesi: Tezlerin tamanını fotokopi olarak gönderiyorlar! [09/10/2012 itibarı ile güncelleme: İTÜ Kütüphane ve Dokümantasyon Başkanlığı bu ibare ile ilgili şöyle bir tekzip yazısı gönderdi: TEKZİP.]
  • Balıkesir Üniversitesi: “Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezin fotokopisine izin veriliyor ise web sayfamızda PDF olarak erişimi bulunmaktadır“.
  • Niğde Üniversitesi: “Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezi yazan kişi ‘tezimi 3-5 yıl kimseye vermeyin’ türünden bir ambargo koymadıysa tezin fotokopisini ya da PDF sürümünü isteyen kişiye gönderebiliyoruz“.
  • Çankaya Üniversitesi: Cevap yok.
  • Hacettepe Üniversitesi: Cevap yok.

Görüldüğü üzere üniversite kütüphaneleri birbiri ile ilgisi olmayan keyfi uygulamalarla tezlere erişimi dilediğince kısıtlayabiliyor ya da zorlaştırabiliyor.

Sonuç olarak A üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim mümkün ve nispeten kolay iken, B üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim pratik olarak imkansız olabiliyor. Aynı kaynaktan finanse edilen üniversitelerin bünyelerinde üretilen bilgiye bu tip keyfi kısıtlamalar getirmeleri kabul edilebilir değil.

Üniversitelerce bu konuda ortak bir düzenlemeye gidilmesi ve tezlere erişimin kolaylaştırılmasının Türkiye’de akademinin geleceği için çok zaruri olduğunu düşünüyorum. Nitekim tezlere erişimin kolay ve hızlı olduğu bir ortamda etik açıdan problemli tezlerin kısa sürede ortaya çıkması sağlanabilirken, etik açıdan problemli tezlere imza atan kişilerin akademik yetkinliklerinin yeniden gözden geçirilerek kendilerinin etik anlayışına sahip öğrenciler yetiştirmelerine mani olunabilir.

YÖK Arşivlerinde Yayım İzni Olmayan Tez Sayısı Çok Fazla

Emrah Göker’in baştaki özetinde de değindiği gibi YÖK Tez Arşivi sayesinde 2006′dan sonraki tezlere erişmek nispeten mümkün. Fakat 2006′dan önce yayınlanmış tezler azımsanmayacak kadar fazla, ve hemen hepsi ‘izinsiz‘.

Teoride, Türkiye’de bugüne kadar yayınlanmış 312,368 teze YÖK Tez Arşivi üzerinden erişilebiliyor. Fakat bunlardan 163,284 tanesi, yani tüm tezlerin %52.27′si, erişime kapalı olduğu için bu rakam önemini yitiriyor.

Aşağıdaki tabloyu YÖK Tez Arşivi’nden bu yazının yazıldığı tarihlerde elde ettiğim rakamlarla hazırladım. Tablo, YÖK Tez Arşivi’nde yer alan tezlerin geldiği üniversitelerden, ‘izinli tez / izinsiz tez’ oranı en düşük ilk 30 üniversiteyi gösteriyor.

Üniversite İzinli Tez İzinsiz Tez Toplam Tez İzinsiz Yüzde
İstanbul Üniv. 8,371 16,501 24,872 %66.34
Hacettepe Üniv. 4,849 9,404 14,253 %65.98
Ankara Üniv. 7,555 13,774 21,329 %64.58
Orta Doğu Teknik Üniv. 5,785 10,391 16,176 %64.24
Uludağ Üniv. 2,176 3,657 5,833 %62.70
İstanbul Teknik Üniv. 5,416 9,072 14,488 %62.62
Ege Üniv. 4,807 7,930 12,737 %62.26
Bilkent Üniv. 1,483 1,948 3,431 %56.79
İnönü Üniv. 1,085 1,369 2,454 %55.80
Boğaziçi Üniv. 2,533 3,134 5,667 %55.31
Anadolu Üniv. 2,299 2,837 5,136 %55.24
Çukurova Üniv. 4,051 4,961 9,012 %55.05
Marmara Üniv. 9,422 11,538 20,960 %55.05
Atatürk Üniv. 3,414 4,073 7,487 %54.40
Gazi Üniv. 9,903 11,713 21,616 %54.18
Trakya Üniv. 1,780 2,022 3,802 %53.19
Cumhuriyet Üniv. 1,574 1,774 3,348 %53.00
Ondokuz Mayıs Üniv. 1,961 2,178 4,139 %52.63
Dicle Üniv. 1,128 1,238 2,366 %52.34
Dokuz Eylül Üniv. 5,743 6,191 11,934 %51.88
Yıldız Teknik Üniv. 3,300 3,467 6,767 %51.24
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniv. 1,107 1,100 2,207 %49.86
Karadeniz Teknik Üniv. 2,337 2,319 4,656 %49.81
GATA 1,066 1,056 2,122 %49.78
Yüzüncü Yıl Üniv. 1,584 1,516 3,100 %48.91
Akdeniz Üniv. 837 785 1,622 %48.42
Erciyes Üniv. 2,808 2,333 5,141 %45.38
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü 1,072 871 1,943 %44.85
Harran Üniv. 716 570 1,286 %44.35
Sakarya Üniv. 3,000 2,288 5,288 %43.27

Köklü ve eski üniversiteler bünyesindeki tezlerin büyük çoğunluğunun erişime kapalı olması bir raslantı değil. Zira 2006 yılından önce yayınlanan tez sayısı, eski üniversitelerde yenilere nazaran çok daha fazla.

Tez Arşivi’nin şu anki durumu sağlıklı, kendi kendisini düzelten ve etik konularda otokontrolü dayatan bir akademi için kabul edilebilir değil. YÖK, kendisine teslim edilen tezlerin derhal erişime açılması için izin yönetmeliğinde düzenlemeye gitmeli, akademisyenler de kendi üzerilerine düşeni yaparak YÖK’ün bu mevzuyu gündemine almasını sağlamak üzere organize olmalı.

Türkiye’de Bilim Hırsızlığına Net Tepkiler Verilmiyor

Tezlere ulaşamıyor olmak büyük bir sorun. Bu sorunu bir koldan çözmek için çalışmaya başlamak şart. Fakat ulaşabildiğimiz durumlarda da verilen tepkiler ve alınan sonuçlar ne yazık ki gelişmiş toplumlardaki muadilleri kadar tatmin edici değil. Bu yüzden çabalar sürüncemede kalıyor, hukukun sirayet etmediği üniversitelerde etik konularda yapılan büyük ihlaller ört-bas ediliyor.

Avrupa’daki Duruma Dair Güncel Örnekler

Son aylarda Avrupa’nın gündemini meşgul eden intihal haberleri ve bu haberler karşısında toplumun takındığı tavır ilham verici. Bununla beraber Türkiye, intihali ciddi bir suç kapsamına alma konusunda ilerlemek bir yana, YÖK’ün yeni düzenlemeleri ile adeta geriye doğru gidiyor. Son zamanlarda Avrupa gündemini meşgul etmiş taze birkaç bilimsel hırsızlık hadisesini hatırlatmak isterim:

  • Karl-Theodor zu Guttenberg, Almanya Savunma Bakanı: Şubat 2011′de Guttenberg’in 2007 yılında yazdığı hukuk doktora tezinde intihal yaptığı ortaya çıkar. Guttenberg iddiaların ortaya çıkmasının hemen ardından doktor unvanını geçici olarak kullanmayı kestiğini duyurur. Çok kısa bir süre sonra doktorasını aldığı üniversiteden ‘yaptığı ciddi hatalardan ötürü’ doktorasının iptal edilmesini ister. Bundan iki gün sonra doktorası Bayreuth Üniversitesi konseyi tarafından iptal edilir. Almanya başbakanı Angela Merkel, siyasi kabinesinin bir üyesi olan Guttenberg’i desteklemeye yeltenir. 51,000 doktora öğrencisi ve araştırmacının imzaladığı bir açık mektup ile Merkel toplumdan gerekli yanıtı alır. Guttenberg Mart 2011′de istifa eder.
  • Pál Schmitt, Macaristan Cumhurbaşkanı: Mayıs 2010′dan beri cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Schmitt Ocak 2012′de 1992 yılında yayınladığı doktora tezinde 1987 yılında yayınlanmış bir başka doktora tezinden intihal yaptığı iddiası ile suçlanır. Cumhurbaşkanlığı ofisinin ilk tepkisi iki yazarın da aynı kaynaklardan çalıştığı ve benzerliklerin sebebinin bu olduğu yönündedir. Doktoranın teslim edildiği Semmelweis Üniversitesi konuyu araştırmaya başlar ve Schmitt’in tezinin kayda değer bir kısmını diğer tezden çeviri yaparak hazırladığı kanaatine varır. Üniversite Mart 2012′de Schmitt’in unvanını geri alır. Schmitt Nisan 2012′de istifa eder.
  • Ioan Mang, Romanya Eğitim Bakanı: Romanya’da Sosyal Demokrat Parti üyesi Mang Mayıs 2012′de birden fazla akademik yayınında intihal yapmış olmakla suçlanır. Mang iddiaların ardında “politik motivasyonların” olduğunu iddia eder. Romanya’nın akademik camiası ortaya çıkan iddialar üzerine hızlı ve büyük bir tepki gösterir. Mang, iddiaların ortaya çıkmasından 5 gün sonra istifa eder.
  • Silvana Koch-Mehrin, Alman Siyasetçi ve Avrupa Parlamentosu Üyesi: Guttenberg olayından sonra Almanya’da intihallerin peşini bırakmak istemeyen gönüllülerin araştırmaları sonucunda Koch-Merhin’in 2000 yılında yazdığı doktora tezinin dörtte birlik kısmında intihal yaptığı iddiaları ortaya atılır. Nisan 2011′de ortaya çıkan bu iddialar Heidelberg Üniversitesi’ni harekete geçirir. Üniversitenin kurduğu araştırma komitesi iddiaları doğrular sonuçlara ulaşır. Mayıs 2011′de Koch-Merhin’in doktorası geri alınır. Haziran 2011′de Koch-Merhin Avrupa Parlamentosu üyeliğinden ve partisinden istifa eder.

Avrupa’da bilimin istikrarı ve haysiyeti için yapılan intihal temizliği halen devam ediyor. Türkiye’de bilimsel hırsızlık ya da bilim etiği ihlalleri ile suçlanan akademisyen ve siyasilerin verdikleri tepkileri, başta Türkiye akademisi olmak üzere toplumun bu konudaki genel sessizliğini yıllardır üzüntü ile takip edenler, şüphesiz Avrupa’nın bugünkü çabalarının meyvelerini almaya başladığı günlere buruk bir sevinç ile tanıklık edecek.

Yürütmedeki Sorunların Yarattığı Motivasyon Eksikliği

Türkiye’de bu tip bir temizliğin yapılması için eksik olan şeylerden bir tanesi önceki başlıklar altında tartıştığım tezlere erişimdeki güçlük.

En az bunun kadar önemli bir diğer ‘eksik’ ise bu konuda bir savaş vermek için gereken ‘motivasyon’.

Motivasyon eksikliğinin önemli sebeplerinden birisi, intihal yaptığı inkâr edilemez şekilde belgelenmiş kişilerin dahi görevlerine devam etmelerine olanak sağlayan gevşek düzenlemeler. “Tezlere Erişim Güçlüğüne Dair Güncel Bir Örnek” başlığı altında örnek olarak verdiğim makaledeki bilim hırsızlığının mesulü üç isim, Dr. Halil İbrahim Dursun, Dr. Ziya Güvenç ve Dr. Ergün Kasap halen görevlerinin başındalar. Dr. Halil İbrahim Dursun’un halen Yardımcı Doçent olarak görev yaptığı Aksaray Üniversitesi’ndeki bir idari personelin, Dr. Dursun’un başına ne gelmeyeceği ile ilgili sosyal medyada cereyan eden bir tartışmada paylaştığı iç karartıcı bilgilerden yaptığım alıntıların motivasyon eksikliğinin sebeplerine ışık tutacağına inanıyorum:

(…) bir önceki rektörlük döneminde ortaya çıkan bir hadiseymiş, hızla inceleme yaptık, gerçekten de haberde belirtildiği üzere alıntı yapılan bir kaynakla hayli fazlaca benzerlik olduğunu biz de o zaman fark ettik.

(…) intihal konularında disiplinle ilgili mevzuatımızda (Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin “Üniversite Öğretim Mesleğinden veya Kamu Görevinden Çıkarma” başlıklı kısmının 11 a-3. madde) “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” şeklinde bir disiplin maddesi var. Yani açıkça “kaynak belirtmeden” alıntı yapmak şeklinde bir ibare bulunuyor. Bu örnekte ise bahsi geçen kaynaktan fazlaca da olsa çeşitli yerlerde “kaynak göstererek” alıntı yapılmış olması söz konusu. İlkesel olarak ne düşünürsek düşünelim işin bu yönünü gözardı etmek mümkün değil. Kısaca hukuk sistemimizde konuyla ilgili bazı boşluklar olduğunun da bilinmesi lazım.

(…)

Bu mevcut örnekte alınacak ceza Uyarma-Kınama-Maaştan kesme aralığındaki hafif bir cezanın ötesine geçemez. YÖK de bunun üstünde bir ceza verdirmez, zira hukuki süreçlerde bahsettiğim mevzuat gereği hoca haklı çıkar.

(…) tamamen şahsi kanaatim olarak bu izahatı yapmak istedim, Aksaray Üniversitesi adına resmi bir açıklama yapmak haliyle Üniversite rektörüne aittir.

Yürütme kademesinde etik ihlaller konusunda takınılan laubali tavır, hukuki düzenlemelerdeki gevşeklikler ile bir araya geldiğinde, Avrupa’da intihal iddialarının ortaya çıkışından sadece birkaç ay sonra gerçekleşen istifalara rastlamak mümkün olmuyor. Üstüne, bu kişilere yetiştirmeleri için öğrenci, yönetmeleri için akademik kurum emanet etmeye devam ederek kendi kendimizi ayağımızdan vuruyoruz.

Akademideki Tepkisizlik Hastalığı Üzerine İki Örnek

Eminim bu yazıyı okuyan hemen herkes 2005-2006 yılları arasında Türkiye’den yayınlanan 65 makalede intihal tespit edilmesi sonucunda Türkiye’nin bilim dünyasında adını -sonunda- herkese duyurduğu skandalı hatırlayacaktır. Bu tarihi skandalda adı geçen kişilere ne oldu dersiniz? Bu yazının yazıldığı tarihlerde ne ile meşgul olduklarına dair bir liste hazırladım:

Bir kısmını şahsen tanıdığım bu isimleri bir kez daha rencide etmek gibi bir niyetim yok (bu olayın kendilerini ne kadar derinden etkilediğini tahmin etmek kimse için zor olmasa gerek), fakat bu tablonun çok önemli bir gösterge teşkil ettiğini düşünüyorum.

O dönem Türkiye’de büyük bir tartışmaya sebep olan bu olayı takiben Dr. İhsan Yılmaz Nature’a yazdığı sitem yazısında bazı yayınların sadece giriş kısımlarının, o da ‘problemi daha iyi bir İngilizce ile ifade etmek için’ ana dili İngilizce olan kişilerin yayınlarından kopyalandığını, bunu herkesin yaptığını ve bunun intihal olarak değerlendirilemeyeceğini iddia ediyor, Bilkent Üniversitesi Fizik Bölümü akademisyenlerinden Dr. Mehmet Özgür Öktel kendisine intihalin sabit olduğu ve bunu herkesin yapmadığına dair bir yanıt veriyordu. Tartışmalar sürüp gitti. Fakat kişiler üniversitelerince aklandılar.

***

İkinci örnek Dr. Bengü Sezen.

ODTÜ mezunu Dr. Bengü Sezen ABD’nin saygın üniversitelerinden Columbia Üniversitesi’nde doktoraya başlar. 2010 yılının sonlarına doğru Dr. Sezen’in Columbia’da geçirdiği yıllar süresince çok ciddi akademik sahterkârlıklara karıştığı anlaşılır. Yazılan raporlara göre Dr. Sezen olduğundan daha enteresan göstermek istediği deney sonuçları üzerinde oynamalar yapmış, diğer bilim insanlarını ortaya attığı bu çarpıcı ve tartışmalı sonuçların gerçekliğine ve tekrarlanabilirliğine inandırmak için hayali insanlar ve organizasyonlar yaratarak 10 yıl boyunca akademik yalanı sürdürmüştür. Columbia Üniversitesi bulgular neticesinde 167 sayfalık bir rapor yayınlar ve Dr. Sezen’in doktorasını 2011 yılında geri alır, fakat kendisi bu olaylar patlak vermeden önce Columbia Üniversitesi’ni terk etmiş ve Heidelberg Universitesi’nde başka bir doktoraya başlamıştır bile (bununla beraber buradaki iddiaya göre Dr. Sezen’in 2009 yılında sona eren doktorası için teslim ettiği tezin kaydı, Almanya’da verilen tüm tezlerin listelenmesi gereken Alman Ulusal Kütüphanesi arşivlerinde yer almamaktadır (konu ile ilgili düştüğü nottan ötürü felixis‘e teşekkürler)).

Dr. Sezen hakkında yazılan 2011 tarihli son derecede yüz kızartıcı birkaç yazıya, ve Columbia Üniversitesi tarafından hazırlanan rapora aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz:

İlk yazı şuna benzer bir cümle ile sona eriyor:

(…) Gözlemcilere göre Sezen’in ihaneti kimya dünyasında gerçekleşen bilim sahterkârlıklarının en korkuncu olarak hatırlanacak.

Dr. Sezen akademik yaşantısına Türkiye’de devam ediyor. Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü altındaki sayfalara göre Dr. Sezen, Ocak 2012 itibarı ile enstitünün Mühendislik Fakültesi altındaki Biyomühendislik Bölümü‘ne (yerel) Yardımcı Doçent kadrosu ile atanmış (yerel).

İnsanlar hata yapabilir. Yaptıkları hatalar yüzünden meslek yaşantılarının sona ermesini beklemenin de doğru olduğuna inanmıyorum. Konu üzerinde yazıp çizenler Dr. Sezen’in yaptığı sahtekârlıkların ancak kimya konusunda derin bir bilgi birikimi ve anlamışlık ile mümkün olabileceğini tekrar edip duruyor. Dolayısıyla Dr. Sezen’in aslında başarılı bir bilim insanı olma potansiyeline sahip bir kişi olduğuna şüphem yok. Fakat ne yazık ki Dr. Sezen’in, 10 yıllık bilimde sahtekârlık tarihçesi ile herhangi bir gelişmiş ülkenin bilim camiasında kendine yer bulabileceğini zannetmiyorum.

Nitekim bilim dünyası benzeri dosyalara yabancı değil. 2011 yılında tanıdıkları tarafından son derece güvenilir ve parlak bir bilim insanı olarak değerlendirilen Hollandalı psikolog Diederik Alexander Stapel‘in de deney verilerini uzun yıllar boyunca uydurduğu ortaya çıkmıştı. Stapel doktora derecesini üniversitesine iade edip aşağıdaki özür metnini yayınladı:

Bir bilim insanı olarak başarısız oldum. Araştırmalarımda uydurma veri kullandım. Bir seferliğine değil, defalarca. Kısa bir süreliğine de değil, uzun bir zaman boyunca. Davranışım sebebi ile çalışma arkadaşlarımı şoka uğrattığımın farkındayım. Çalıştığım alan olan sosyal psikolojiyi kötü bir duruma düşürdüm. Utanç içindeyim ve büyük bir pişmanlık duyuyorum (…) Çalışma arkadaşlarıma, doktora öğrencilerime, ve tüm akademik camiaya içten özürlerimi sunuyorum. Sebep olduğum ızdırap ve kederin farkındayım (…) Başarılı olma, yayın yapma, zaman içerisinde daha iyi bir noktaya gelme baskısına göğüs geremedim. Birçok şeye bir anda sahip olmak istedim. Kontrol noktalarının az olduğu, insanların yalnız çalıştığı bir alanda yanlış bir yola saptım.

Hatasını kabul ederek bilim insanı olmanın gerekliliklerinin bir kısmına hâlâ sahip olduğunu göstermesine rağmen, Stapel şu anda hiçbir yerde akademisyen değil. Benzer yanlışları yapan Alman fizikçi Jan Hendrik Schön de 2002 yılında ortaya çıkan bilimsel sahtekârlık iddialarının ardından akademiyi terk etti. O da şu anda hiçbir yerde akademisyen değil. Benzer yanlışları biyoloji alanında yapan ve 2006 yılında yakalanan Güney Kore’li bilim insanı Hwang Woo-suk da şu anda hiçbir yerde akadamisyen değil (üstüne üstlük Güney Kore’de biyoetik yasasını ihlâl suçundan hapis cezası aldı).

***

Bu tür olayları incelerken her şeyin siyah ve beyaz olmadığını ve adı geçen kişilerin kimilerinin haksızlığa uğramış olabileceğini göz önünde bulundurmanın sağlıklı bir şüphecilik olduğuna inanıyorum. Ayrıca eleştiri çuvaldızlarını çıkarmadan evvel bu isimlerin yaşadıkları travma ve stresin de hesaba katmılması gerekli.

Öte yandan şahıslar ve mazeretlerden bağımsız bir şekilde, yukarıdaki örneklerde yer alan isimlerin neredeyse tümünün akademik kariyerlerine yükselerek devam etmiş olmaları Türkiye akademisini korumakla yükümlü yönetmeliklerin işlevsizliğini ve Türkiye akademisinin tepkisizliğini gözler önüne seren korkunç birer gösterge.

Bu tepkisizliğin yarattığı “Türkiye akademisi en büyük akademik skandallara adı karışanları bile ödüllendirdi, bir ihtimal yakalansam bile en kötü ne olabilir” anlayışının zaman içerisinde akademiye nasıl sirayet edebileceğini, ve böyle bir akademi içerisinde Dr. Halil İbrahim Dursun’un yaptığı hırsızlığın neden göze masum bir detay gibi görünmeye başladığını idrak etmek gerekli.

Bu konularda ilerleme kaydedilmesinin zaruriyeti ortada.

Geriye Götüren Düzenlemeler ve Göz Ardı Edilen Devlet Denetleme Kurulu Raporu

İlerleme kaydedilmesinin önemi aşikâr olsa da yapılan tek-tük düzenlemeler Türkiye’yi ileriye doğru götürmekten çok uzak.

Türkiye’de bir üniversitede profesör olan anonim bir şahsın bu yazı için kaleme aldığı küçük bir nota yer vermek istiyorum:

YÖK Başkanı Çetinsaya yeni Öğrenci Disiplin Yönetmeliğini (Resmi Gazete, Sayı 28388) tanıtırken “Akademik nitelikli tez, ödev seminer gibi çalışmalarda intihal yapmayı disiplin suçu haline getirdik.” diyor.

Seminer, tez ve yayınlarında başka bir çalışmadan ya da kitaptan aşırma yapma anlamına gelen ‘intihal’ suçu işleyen öğrenciler ‘bir yarı yıl uzaklaştırma’ alacakmış.

Öğrenciler için intihalin bir suç olarak tanımlanması olumlu bir gelişme olarak nitelenebilir. Ancak önerilen ceza son derece yetersizdir ve caydırıcılığı yoktur. Üniversitelerde yaşanan pek çok olayda görüldüğü gibi, soruşturma yetkisinin fakültelerce ve enstitü müdürlüklerince kullanılacak olması da şikayetlerin örtbas edilme olasılığını arttırmaktadır.

Öğrenciler için durum böyle de, hocaları için ne olacak? Onlar için de ciddi önlemler alınacak mı? Onlara da disiplin cezaları uygulanacak mı?

Net olarak tanımlanmış etik ihlalleriyle ilgili ihbarların üniversitelerin ve YÖK’ün de üzerinde oluşturulan bağımsız bir birime yapılması nasıl olurdu acaba?

Ama böyle bir birimin kabul görüp kurulması, T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın “Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim -Yasal Çerçeve ve Uygulamalar” konulu DDK Raporu‘nun bile umursanmadığı bir ülkede neredeyse imkansız görünmekte.

Bunlarla bir yere varılamayacağı ortada.

Devlet Denetleme Kurulu’nun yükseköğretimdeki problemlere ilişkin hazırladığı raporun nihai sonucu son derece çarpıcı. Dilerseniz raporun özetini buradan okuyabilirsiniz, fakat sonuç kısmına burada ayrıca yer vermek istiyorum. Lütfen büyük bir dikkatle okuyun:

“Devletin üniversiteler üzerindeki gözetim ve denetimi”; gerek denetim ve ceza soruşturması ile ilgili mevzuat alt yapısındaki eksiklikler, gerekse Yükseköğretim Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun uygulamaları nedeniyle Devlet adına icra edilen bir kamu hizmeti olma niteliğini tamamıyla kaybetmiştir.

Başka bir deyişle, gerek Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun mevcut yapısal sorunları ve denetim uygulamalarındaki eksiklikleri/hataları, gerekse ihbar ve şikâyetler hakkında YÖK Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve üniversite rektörlerinin hukuka aykırı uygulamaları Anayasa ile öngörülen denetim olgusunun tamamıyla işlevselliğini yitirmesine yol açmıştır.

Bu husus, özellikle yükseköğretim kurum ve üst kuruluşlarının yöneticilerinin hesap verilebilirlik ile ilgili algılamalarının değişmesine neden olmuş ve böylece yükseköğretim alanı yolsuzluk ve usulsüzlüğün önlenememesine/artmasına elverişli bir “çevre” haline gelmiştir. Bu nedenle, oluşan “denetim açığı” kendisini besleyen ve bu açığı kronikleştiren bir yapıya dönüşmüş görünmektedir.

İnanılmaz, inanılmaz bir metin.

Bu ise bence son derece açık:

Türkiye’nin çok acilen büyük bir akademik devrime ihtiyacı var.

Sonuç

Türkiye’nin kötü akademisi kendi kendisini finanse ediyor.

Etik açıdan problemli tez ve yayınlara sahip olan tez danışmanlarının kılavuzluk etmesine müsaade edilen ve etik açıdan problemli tezlerle mezun olan öğrenciler akademik literatürü boş/tekrar çalışmalarla doldururken, içlerinden bir kısmı akademinin yeni neslini teşkil ederek döngüyü tamamlıyor.

Tezlere erişimin güçlüğü bu devridaimin sürmesini sağlayan en büyük problemlerden birisi. Üniversite kütüphaneleri keyfi uygulamalarla tezlere erişimi kısıtlarken, YÖK Tez Arşivi çerçevesindeki çalışmalar problemi pratikte çözmekten uzak.

Öte yandan tezlere ulaşıldığı ve intihallerin tespit edildiği durumlarda dahi yasama ve yürütmedeki tıkanıklıklar cezaları caydırıcı olmaktan çıkarıyor. Gelişmiş toplumlar bilim hırsızlığına ciddi tepkiler verirken, Türkiye’de bilim hırsızlığının failleri görevlerine sessizce devam ediyorlar.

***

Sevgili akademisyenler, öğrenciler, ve tüm aktivistler,

Akademinin içine düştüğü kısır döngüyü kırmak için üzerinize ne tür bir sorumluluk düştüğünü çok iyi tahlil etmelisiniz.

Türkiye akademisinin ihtiyacı olan seferberliğin öğrencileri ve toplumu intihalin tehlikeleri konusunda bilinçlendirmekten yasama ve yürütmedeki problemleri gür bir tonla dile getirmeye, bilim hırsızlığı vak’alarını ortaya çıkarıp, açıkça eleştirmekten bu eleştirilerin toplumun geri kalanına ve gerekli mercilere ulaşmasına ön ayak olmaya kadar geniş bir yelpazeye dağılmış olan kalemlerinden herkesin payına bir şeyler düştüğüne inanıyorum.

Neredeyse herkesin sorumsuzluğu ile tıkanan akademide kalıcı bir reform, ancak hemen herkesin sorumluluk alması ile mümkün.

Yazarlar

A. Murat Eren

Bilgisayar bilimleri alanında doktora sahibi. Mikrobiyal ekoloji alanındaki çalışmalarını doktora sonrası araştırmacı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde sürdürüyor (a.murat.eren / gmail.com).

22/09/2012

Yazıya Facebook Üzerinden Yapılan Yorumlar

44 Yorum Daha

  1. Pingback: A. Murat Eren: Türkiye’den Tez Manzaraları | Kaan Öztürk Blog

  2. Pingback: Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları – A. Murat Eren « Emrah Göker'in İstifhanesi

  3. ahmet mehmet

    Bu Bengu Sezen vakasi son derece ibretlik, cunku dava sonucunda ORI (United States Office of Research Integrity) tarafindan hazirlanan raporda kendisini 5 sene boyunca Amerika sinirlari icerisinde herhangi bir arastirma projesinde ve bilimsel etkinlikte yer almasi yasaklanmis. Ayrica kendisinin yeri tespit edilmesin diye yaptiklari da gercekten takdire sayan seyler. Esas ORI raporuna surdan ulasilabilir:

    https://pubs.acs.org/cen/science/89/8932sci1.html

    kendisinin durumunun Ethics for Scienctis adli derslre konu olmasida ayri bir durum:

    http://yclept.ucdavis.edu/course/280/SamesSezenCase.pdf

  4. Güzel yazı için teşekkürler ve tebrikler.

    Bu gibi hadiselerden yabancı araştırmalara bahsettiğimde, onların bakış açısı “Olması mühim değil de olduktan sonra yapanın yanına kâr kalması kalması garip” demişlerdi. Bilimsellikten veya bilim ahlâkından ayrılana ne bir ceza verilecek ne de tepki gösterilecek olunması, dahası bunun da herkesçe bilinmesi tabii ki caydırıcılık sağlamıyor hiç.

    Akademide devrim yapılması konusunda karamsarım maalesef. Çünkü daha önce yapıldı, Nazi Almanyası’ndan kaçan hocalar Türkiye’ye gelip üniversite reformunda rol oynadılar. Ama daha bir-iki nesil geçmeden akademik yozlaşma başlamıştı bile. Üniversite toplumdan tamamen bağımsız, mucizevi bir kurum değil; toplumdaki kolaycılık oraya da sirayet ediyor.

    Toplumun bilim ahlakı algısıyla üniversitenin seviyesinin karşılıklı olarak yükselmesi gerekiyor bence. Yoksa üniversitede adamsendecilik de mazur görülüyor, bilim kurumlarına siyasi müdahale de.

  5. Ozgur Savas

    Cagri’cim, bu toplum hangi alanda ahlaki/etik degerleri benimsemis ki, bilim dunyasi farkli olsun. Sonucta bu sozde bilim adamlari da ayni iklimde yetisiyor ve kendilerinden once kolayciliga kacanlarin, badem biyiklarinin hatirina hangi mevkilere geldigini gorunce, ayni ahlaksizliga kendileri de katiliyorlar.

  6. Itır Kaşıkçı

    Elinize sağlık.

    İntihalin yaygın ve ilgili caydırıcı düzenlemelerin eksikliği ya da yetersizliğinden dolayı neredeyse özendirilir olduğuna Türkiye’de henüz çok az üniversitede bulunan kendi akademik alanımda (Sinirbilim) dahi şahit oldum.
    En önemli faktör cezai eksiklik diye düşünüyorum çünkü tanığı olduğum vaka ile ilgili olarak görüştüğüm (kendi çalışmasından birebir intihal yapılmış) kişiler, itiraz etmelerinin hiç bir yarar sağlamayacağını; yapılanların cezai karşılığının olmadığını söyleyerek intihalciyle akademik ilişkilerini kesmekle yetindiler.

    “Akademideki Tepkisizlik Hastalığı Üzerine İki Örnek”in ilkinde gördüklerimizden çok farklı olmayarak intihalci, bölümdaşlarından çok daha kısa bir sürede yeni bir üniversitenin akademik kadrosunda yerini aldı.
    Ve kendi öğrencilerini yetiştirmeye başladı, hayırlı olsun!

  7. Pingback: Son dönem Türkiye akademisi üzerine önemli bir derleme: Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları « Erkan's Field Diary

  8. Pingback: “Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları” « tezenzi

  9. Yazı için sana ve emeği geçen diğer herkese ne kadar teşekkür edilse az. Bu sorumluluğu üstlenmenin bir sürü açıdan ne kadar keyifsiz olabileceğini görüyorum ve cesaretinden ötürü bir kez daha kutluyorum.

    Yazıdaki birkaç noktayla ilgili ufak tefek yorumlarım olacak:

    1) Tezlere ulaşılabilirlik konusu: Ben ABD’de Tulane Üniversitesi’nde tezimi verdiğim zaman tezi ProQuest isimli bir ‘dissertation publishing’ firmasına göndermem gerekti. Bu firma (yukarıda ODTÜ örneğindekine benzer olarak) teze ulaşım konusunda çeşitli seçenekler sunuyor. (Burada: http://www.proquest.com/en-US/products/dissertations/tpd_discovery.shtml). Kimi durumlarda tez verilir verilmez ulaşılabilir olması tercih edilmeyebilir. Malesef, bir konu hakkındaki araştırma makalesini ilk basan kişi olma yarışı yüzünden, kimi zaman insanlar henüz yayınlanmamış çalışmalardaki fikirleri kendileri uygulayıp makale yayınlayabiliyorlar. Bu açıdan, işe onca emek vermiş olan kişinin, tez verildiği sırada henüz makaleyi yayınlayamamışsa, teze ulaşılabilirliği bir süre kısıtlı olarak belirlemesi normal. Fakat bu kısıt için 1 yıllık bir sınır olması uygulaması her yerde mevcut mu bilemiyorum, olması çok daha ideal olur elbette.

    Yazara tanınan kısıtlama haklarına rağmen, tezlere ulaşımın ABD’de nasıl kolaylaştırıldığına dair bir örnek ise şöyle: ABD’de harika bir ‘interlibrary loan’ hizmeti var. Teze elektronik olarak ulaşılamıyorsa dahi, siz bulunduğunuz üniversitenin kütüphanesine bir istek gönderiyorsunuz (bütün ayrıntılarıyla hangi tezin kopyasını istediğinize dair). Onlar sizin için gerekli enstitünün kütüphanesi ile bağlantıya geçerek tezin bir kopyasını (genelde fotokopiden elektroniğe çevrilmiş bir kopyayı) size ulaştırıyorlar. Şimdiye kadar bu şekilde ihtiyacım olan tezlere (gerçi sayıları çok değildi) çok rahatlıkla ulaştım.

    2) Türkiye’de daha lisans aşamasında, neyin ahlaklı neyin ahlak dışı olduğuna dair ciddi bir anlayış eksiği var. ABD’de lisans öğrencilerine kopya ve intihal konularında söz konusu üniversitenin ‘hiç tolerans göstermeme’ kuralı mutlaka anlatılıyor, hatta öğrencilerden ‘kuralları okudum, anladım, kabul ediyorum’ diye bir kağıt imzalamaları isteniyor. Böylece olayın ciddiyeti baştan herkes tarafından anlaşılmış oluyor. Ama buna ek olarak da (lisans seviyesinde var mı bilemiyorum ama) lisans sonrası master ve doktora öğrencilerinin ‘Bilim Etiği’ dersleri almaları zorunlu. Türkiye’de böyle bir zorunluluk olduğunu sanmıyorum (ama bilen varsa paylaşıp bilgilendirirse sevinirim).

    Benim intihal konusunda yeterli bilgi seviyesine ulaşmam ancak bu dersler ve yazdığım her şeyi (doktora yeterlik sınavı için yazılan raporlardan, en ufak bir konferans özetine kadar) kelimesi kelimesine okuyan hocalarım sayesinde oldu. Bu hoca açısından çok zaman alan ve zahmetli bir iş. Ama bir insanın danışmanı veya komite üyesi olmayı kabul ederken baştan göze alınması gereken ve işin önemli bir parçası olan bir durum.

    Bu yazıda tezleri incelenenlerin hemen parmak gösterilerek suçlanıp günah keçisi haline getirilmemeleri gerektiğinin en önemli göstergesi de bu. Bu insanlar, yaptıkları işin ne kadar yanlış olduğunu, etik açıdan ne büyük bir hata olduğunu kendilerine anlatacak, öğretecek bir sistemin içinde yetişmediler. İşin psikolojik boyutları çok karmaşık olsa gerek. Ve işte tam da bu yüzden, Türkiye’nin ne kadar ciddi boyutlarda bir akademik devrime ihtiyaç duyduğunu da buradan görmek mümkün.

    Yazı için tekrar emeği geçen herkese teşekkürler.

  10. Suleyman

    Bu yazıya güzel bir başka ekleme yapmak isterseniz 2010 yazında Harvard Psikoloji’de patlak veren Marc Hauser skandalını araştırmanızı öneririm; iki yıldır Harvard itibarı sarsılmasın diye olabildigince bu olayı dışarıya sızdırmadan halletmeye calıştı ama özellikle Boston basınına epey bir malzeme oldular.

  11. Turkiye'de universite yok

    Herhalde Turkiye’de yapilan intihaller listelense profesor kalmaz. Mensubu bulundugum okulda da benzer bir intihal yasandi. Hirsizlik diz boyu ve hep kapatiliyor. Turkiyede universite yok. Bu dedigim olayi ise dekan ve bolum baskani disari yansimadan elbirligiyle temizlediler.

  12. Pingback: Anonim

  13. Elinize sağlık. Güzel bir araştırma olmuş. Ancak acaba esas amaçtan sapılmış mı diye de düşünmedim değil.

    İntihalcileri savunmak gibi olmasın ama, makalelerin/tezlerin “Giriş”, “Teori” gibi bölümlerinde yapılan intihallerin izini sürmenin zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Örneğin yukarıdaki örneklerden birinde, matematik bölümünde yazılan iki doktora tezinde tanımların yapıldığı sayfalar karşılaştırılmış. Bunlar matematiksel tanım olduğu için birbirinin tıpatıp aynısı olmaları o kadar da yadırganacak bir durum değil. Çünkü bu bölümler zaten makalenin/tezin bilimsel içeriğini oluşturan bölümler değil. Bilime katkı sağlayacak bölümlerdeki intihal ile bu çalışmaları suçlamaktansa matematiksel tanım sayfalarını burada örnek olarak vermek pek doğru olmamış bence.

    Ben 2000-2011 yılları arasında profesyonel olarak lisansüstü öğrencilik yaptım denebilir. Arada geçen 11 yıllık süreden de görülebileceği gibi, pek çalışkan bir öğrenci olduğum söylenemez. Yazdığım makalelerde veya tezlerde elalemin yazdığını birebir alıp kullanmadım. Ama eğer kullansaydım da bunun ne sakıncası olacağını bu 11 senelik öğrencilik hayatımda bir türlü anlayamadım, hala da anlayamıyorum. Kendi alanımdan bir örnek vereyim. Örneğin birisi falanca kitabında/makalesinde (hatta wikipedia’da) X algoritmasının çalışma prensibini tek paragrafta mükemmel bir şekilde anlatmış olabilir. Bunun aynısını alıp tezime yazmamın ne gibi bir sakıncası olabilir ki? Bu sakıncayı göremememin nedeni yukarıda bir yorumda dendiği gibi Bilim Etiği dersi almamış olmam olabilir belki, çünkü doktoramı Türkiye’de yaptım. Birisi bunun sakıncasını burada açıklarsa hem bana hem de bu sayfayı okuyan diğer insanlara faydalı olmuş olur. “Aynısını alıyorsan italik yazacaksın” diye yanıt verecekler hiç vermesin ama lütfen.

    Elbette bundan intihali savunuyorum gibi bir anlam çıkmamalı. Yalnızca bir makalenin/tezin “Problem tanımı”, “Giriş”, “Teori” gibi esas bilimsel içeriğini/katkısını oluşturmayan kısımlarında intihal aramaktansa bilimsel içeriğini değerlendirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

  14. Bildiğim Kadar

    Kerem Altun, sorduğunuz için Murat’ın izniyle cevaplıyorum: Bir başkasının yazmış olduğu ve mükemmel bulduğunuz bir paragrafı elbette kullanabilirsiniz. Aynısını alıp tezinize koyabilirsiniz. Bunu yaparken kısa alıntılar tırnak işaretleri içinde, uzun alıntılar sıkıştırılmış paragraflar halinde yazılır ve kaynağı gösterilirse intihal sayılmaz. Bu basit kuralı Türkiye’deki üniversitelerin neredeyse tamamının web sayfalarında bulabilirsiniz, yeter ki niyet edin. Örnek: http://www.ueam.metu.edu.tr/intihal Bunun için ayrıca bilim etiği dersi almanız gerekmez.

    Asıl sorun bu ülkede başkalarının emeğini rahatça kullanmanın bir problem olarak görülmemesidir.Siz de görmüyorsunuz. Bilimsel içeriği değerlendirmek başta tez danışmanı, jüri üyeleri ve uzmanların işidir. Yazıda verilen örneklerde sorumlular görevlerini yapmamışlar. Bu da etik ihlalidir.

  15. Yanıt için teşekkürler. Ama zaten akademik yayın yapmanın amacı, başkalarının bizim emeğimizi rahatça kullanıp üzerine birşeyler koyması değil mi? Benim özenle yazdığım bir paragrafı başka birisi aynen alıp kullansa ben bundan ancak memnun olurum. Kaynak gösterse iyi olur tabii, doğru olanı da bu, ama göstermese de bunu o kadar sorun etmem sanırım. Hele ki, kaynağı göstermiş ama tırnak işareti içine almamış diye hayatta düşünmem. Başka akademisyenlerin de bunu sorun edeceğini pek sanmıyorum.

    Yanlış anlaşılmasın. Tabii ki başkası benim yaptığım bir çalışmayı alıp kendi yapmış gibi gösteremez. Bu apayrı birşey. Ama yazdığım 3-5 paragrafı alıntılaması kişisel olarak çok büyük bir problem gibi gelmiyor bana.

    Uzun lafın kısası, bu intihal meselesi önemsiz ayrıntılara takılıyor ve esas intihaller gözden kaçıyor gibi geliyor bana. Yanılıyor da olabilirim tabii, bu konuda bir araştırma yapmadım. Neyse konuşmayı uzatıp tartışmaya çevirmenin yeri burası değil galiba. Ya da burası mı?

  16. Kerem Altun,

    Mesajınızdaki sorunun meşru bir soru olduğunu düşünüyorum. Bu soruya birçok perspektiften verilebilecek birçok yanıt var. Ben sadece birisine değineceğim, belki başkaları gelip eksiklerimi tamamlar. Tartışmaya çevirmkekte sakınca yok; bu tartışmanın yeri tam da burası.

    Tahmin edebileceğiniz gibi sizin kendi yazılarınızın kopyalanmasından rahatsızlık duymayacak olmanızdan yola çıkarak evrensel bir düzenlemeye gitmek güç. Fakat neyse ki intihal eyleminin 18. yüzyıldan beri pek fazla değişmemiş olan tanımı üzerinde yeniden uzlaşmamız gereken bir şey değil. Belki tekrarlamakta fayda var. Oxford sözlüğünde intihal (plagiarism) tanımı şöyle:

    “Take and use another person’s (thoughts, writings, inventions) as one’s own.”
    “Başkasına ait olanı (düşünce, yazım ya da buluş) kendininmişçesine kullanma”

     

    Bu çok basit bir kavram. Bu kavram ve bu kavramın bilim dünyasındaki yeri ile ilgili bir sıkıntısı olan bir makale yazıp görüşlerini tüm bilim dünyasına açabilir; fakat bu kavrama “kopyalanan metin özgün değilse yapılan intihal değildir” türünden kişisel sınırlar çizip, bu sınırlar içinde savunma yapmak pek mantıklı değil. İntihalin sınırları içinde kalan davranışların neden bilim için bir sıkıntı olduğu ise bilim felsefesi içinde yanıt aranması gereken derin bir soru (buna yanıt aramak isteyenler için belki “why plagiarism is wrong” iyi bir başlangıç olabilir).

    Yorumunuzda katılmadığım birkaç nokta var. Bir tanesine bu paragrafta değineceğim. Akademik yayın yapmanın amacı başkalarının bizim emeğimizi rahatça kullanıp üzerine bir şeyler koyması değil. Akademik yayın yapmaktaki rasyonel kendi bulgu, keşif ve derlemelerimizi diğer bilim insanları ile paylaşarak bilimin seyrine yön verme isteği. Yapılan yayınları ise başkaları üzerine bir şey koysun diye değil, haritanın kapalı kısımları şekillensin diye çizilen çizgiler olarak görmek gerekli. Bilimsel gelişmeyi düşey değil paralel yatay katmanlar olarak görmek daha doğru bence. Bunlar detay gibi görünse de intihalin ve etik problemlerin neden problem olduğuna dair düşünceleri etkiliyor olduklarını düşünüyorum. Misal akademik yayını üstüne birşey konulsun diye yazılmış bir eser olarak görmek, o eseri aynen alıp üzerine birkaç şey eklemenin doğru olacağı gibi bir kanının doğmasına sebep oluyor.

    Teoride birilerinin başkalarının çalışmalarından ‘alıntı’ yapması çoğu durumda gerekli olmamalı. Eğer bir probleme daha önce yapılmış bir yayından paragrafları kopyalayacak kadar aynı pencereden bakıyorsanız sırtınızı rahatlıkla ‘referans’ kurumuna yaslayabilirsinz. Nitekim detayı başka bir yerde irdelenmiş bir probleme değiniyorsanız okurları bir refrans yardımı ile o yayına yönlendiriyor, kendi yayınınızda kalabalık yapmayıp problemin başka yerde irdelenmemiş detaylarına odaklanıyorsunuz. Bu davranış bilim yayın etiğinin en temel prensiplerinden. Kopyala/yapıştır olayının hırsızlık boyutunu bir kenara bırakınca dahi şöyle bir pratik sorun ortaya çıkıyor: Bir paragrafı başka bir yayından kopyalayıp yapıştırdığınızda, yaptığınız alıntıyı içinde yer aldığı bağlamın dışına çıkarmış oluyor, orijinal bağlamı içerisinde metnin öncesi ve sonrası ile sıkı sıkıya bağlı olan bir bilginin cılız ve gereksiz bir kopyasını oluşturmuş oluyorsunuz. Bilimsel yayın etiği okuru, bilim külliyatını ve bilimin akışkanlığını aynı anda koruyacak şekilde evrimleşmiş bir mefhum. Üzerinde çalıştığı problemi özgün bir şekilde ifade edemeyecek kadar mevzuya uzak kişilerin SPAM yayınlarının literatüre girişini zorlaştırıyor olması hepimiz için bir avantaj. Türkiye’de son derece naif bir şekilde dile getirilen, fakat ABD ya da İngiltere’de insanların duyduklarında şok geçirmelerine sebep olacak “ya orasını kopyalasa ne olur” anlayışı ise bazı coğrafyaların bu avantajdan yararlanmasına mani oluyor.

    İntihal meselesi önemsiz ayrıntılara takılmıyor. Bilakis, sizin önemsiz bulduğunuz (ve genel olarak Türkiye’de de önemsiz bulunan) bu ayrıntılar intihal meselesinin özünü teşkil ediyor.

    Bir bilim insanının başkasının yayınlarından birkaç paragraf kopyalamakta sakınca görmemesi onun akademik kalitesi ve potainsiyeline dair çok önemli bir gösterge olması raslantı değil.

  17. Olayın bir de şu boyutu var bence:

    ”Neden tanımsal öğeleri bir başka kaynaktan alıp olduğu gibi kullanamıyorum, bunların hespini yeniden yazmanın anlamı ne?” sorgulaması, çoğu yüksek lisans (doktora master) öğrencisinin geçtiği bir süreç. Bu ilk bakışta akla yakın ve daha pratik olan yöntem gibi görünse de, en basit tanım cümlelerini bile akademisyenin kendisinin yazabiliyor olması aslında çok önemli bir şey. Temel bir bilgi olduğu düşünülen bir paragrafı, kişi kendi cümleleriyle ifade etmekte zorlanıyorsa, henüz o konuya yeterince hakim olamamış demektir. Ben bu süreci kendimden çok iyi biliyorum. Başlarda bir şeyler yazmam gerektiğinde, sürekli başka kaynaklara bakma ihtiyacı duyuyordum. Sonra konuyu kendi cümlelerimle ifade etmeye çalışmak oldukça sancılı olabiliyordu (İngilizce’nin ana dilim olmamasının da bunda etkisi vardı). Ama kendimi zorlaya zorlaya (başka bir alternatif olmadığını bildiğim için) yazıyordum. Zamanla, bu egzersizler sonucu, hem konuya hakimiyetim arttı (bir konuyu kendi cümlelerinizle ifade etmek o konuyu öğrenmenin en güzel yollarından biri) hem de yazmak işi görece kolaylaştı. (Artık hakim olduğum konularda önce oturup aklımdakileri yazıyorum, sonra şüphe ettiğim bir tanım, bilgi vesaire varsa onları kaynaklarından kontrol ediyor, doğruluyorum. Bana kalırsa bir paragrafı olduğu gibi bir başka metinden alıp kendi yazdığınız metne koymak, kaba tabiri ile, tembellik. Ayrıca, ”birkaç paragraf alınsa ne olur ki” dendiğinde, yukarıdaki yorumda da belirtildiği üzere bu çok ”kişisel bir tanım” oluyor. Belki A kişisi birkaç paragrafın alınmasından rahatsız olmuyordur, bunda etik olarak sakınca görmüyordur, peki bir B kişisi gelip giriş bölümünün tamamını kopyalamanın da problem teşkil etmeyeceğini söylerse, buna karşı nasıl bir argüman sunulabilir ki? Fark ne? Her iki kişi de, bilimsel kısımdan değil, tanımsal kısımdan (ç)almış.

  18. Bilge

    Yazınızı çok beğendim. Böyle bir çalışma yaptığınız için teşekkürler. Ben de kısaca kendi fikrimi paylaşmak istedim.

    Tüm bunların temelinde yetersizlik duygusunun ve saygısızlığın bulunduğunu düşünüyorum. Bizde genellikle bilimsel ya da sanatsal yaratılardan çok makam ve mevki önemlidir bilirsiniz. Bu durumun (intihal vb.) yasalarla ya da ceza sistemi ile önüne geçilmesi zor gibi görünüyor. İnsanlar genellikle kolay yoldan “bir an önce doçent olayım da…” ya da “ah şu yardımcı doçentliğe bir geçeyim de…” gibi düşünüp merak ve yaratma cesaretinden çok, gününü kurtarma düşüncesi ile hareket ediyor. Yasalar ne kadar ideal olursa olsun daima yasanın uygulandığı toplumun yapısı önemlidir. Örneğin doktora tezleri neden yazılır? Yönetmelikte şunlar yazıyor;

    -Bilime yenilik getirmek;
    -Yeni bilimsel yöntem geliştirmek;
    -Bilinen bir yöntemi yeni bir alana uygulamak.

    Şimdi bu açıdan bakalım; ülkemizde yukarıdaki koşulları sağladığı iddia edilen yüzlerce hukuk tezi var ancak hukuk sistemimiz çökmek üzere. (Almanya’da bir hukuk tezi yazıldığında mahkemeler, yasa koyucu vb. bu tezlerden faydalanır. Çünkü toplumda bilimsel araştırmaların yayınlanması ile kolektif bir akıl oluşur.)Bilindiği gibi Türkiye’de kolektif akıl oluşturamıyoruz. Öte yandan bazı ideallerin hayata geçebilmesinde toplumsal yapı da önemli bir etken.

    Bir hocamız hep şu örneği verirdi bize: -Deniz kenarında bir tabela düşünün. Üzerinde “Çocukların ebeveynleri olmadan denize girmeleri yasaktır !” yazıyor. Bu tabela hem Amerika Birleşik Devletleri’nde hem de Türkiye’de olsun. ABD’de çocukların ebeveynleri ile denize girdiğini görebilirsiniz; ancak Türkiye’de hiç bir çocuğun, hiç bir surette o denize girdiğini göremezsiniz.- Türkiye’de “yasaktır” sözünün diğer ibarelerin önüne geçtiğini bu örnekle bize anlatırdı. Bu madde ABD’de aslında “çocukların denize girebileceğini, ancak tehlikeli olduğu için ebeveynleri ile girmeleri gerektiğini” ifade ederken, Türkiye’de toplumun yapısının, vb. bu hükmü “çocuklar hiç bir şekilde burada denize giremez” biçiminde algılamaya yol açacağını söylemişti.

    Akademinin arka sokaklarındaki sorun da ne yazık ki insanın yapısı ve kişiliği sorunu ile alakalı. Ailede bir birey olarak saygı görmeden ve genellikle korumacı ve baskıcı olarak büyüyen bir çocuk, yetişkin olduğunda ne yazık ki etrafına saygı duymuyor. Türkiye’ye gelen yabancı arkadaşlarımın bana ilk sorduğu sorulardan birisi “Neden herkes çöplerini yere atıyor?” olmuştu. Bu Türkiye’deki insanların sokağı “kimsenin”, ya da “başkasının” malı olarak görmelerinden, sonuç olarak “benim değil ki” diye düşünmelerinden kaynaklanıyor. Oysa bilmiyor ki o sokağın temiz kalması sonuçta yine onun yararına.

    Bilim ve sanat da çöp örneği ile aynı. Akademisyenler diyor ki “başkası yazmış, ben alsam n’olur, benim emeğim değil ki, başkasının emeği; önemli olan BEN’im; ben biran önce dr. olayım da… aman bir an önce kadroma geçeyim de…” Böylelikle akademik camiamızın arka sokakları çöpten geçilmiyor. Oysa bilseler ki, kendileri ne kadar titiz ve saygılı davransa, ülkemizin bilim ve sanat alanları o derece gelişecek; bunun hepimize faydası olacak…

  19. Murat Eren,

    Kendi bulgu, düşünce, deneyim ve derlemelerimizi başkaları ile paylaşıp bilime yön verme isteği ile başkalarının çalışmalarımızı rahatça kullanıp üzerine birşeyler koyabilmesi isteği arasında ben çok bir fark göremiyorum. Biraz fark var tabii, birisi diğerini kapsıyor sanırım. Kendi bulgularımız/düşüncelerimiz ile bilime yön vermek istiyorsak, otomatik olarak başkalarının çalışmalarımızı rahatça kullanıp üzerine birşeyler koyabilmesini de istiyoruzdur herhalde.

    Bir eseri aynen alıp üzerine birkaç şey eklemenin ne sakıncası olduğunu ben bir türlü anlayamıyorum. Yani mevcut akademik sistem içinde anlıyorum tabii; sistemin akademisyenleri/bölümleri/üniversiteleri yaptığı yayın sayısı ile (ya da h-index vesaire ile, herneyse) ölçüp biçip sıraladığını dikkate alırsak, bir eseri aynen alıp üzerine birşey ekleyerek yayınlamanın sakıncasını görmek zor değil. Ama bence burada esas sorun bu ölçme sistemi. Tartışmanın seyrini değiştiriyor gibi görünsem de, akademik bir ortamda bulunmuş herkesin bildiği gibi, aslında intihal sorunu bu sistem ile çok yakından ilgili. İntihalden önce çözüm bulunması gereken şey bu sistem olmalı belki de. Bu ilgiyi daha sonra yazacağım bir mesajda daha ayrıntılandırmaya çalışacağım.

  20. Serkan

    ADINI FERİHA KOYDUM

    Şimdi efendim kâğıt, kalem, mürekkep vs ile ilişkisi bile sınırlı biri olarak ve dahi; tez, akademik kariyer gibi konulara en yakın olduğum an lisede yıllık ödev İNTİHAL etmek olduğundan, boyumu aşan bir işe giriştiğimin farkındayım. “O zaman otur yerine” diyebirsiniz ama lütfen bir dinleyin önce. Bu kızın adını Feriha koymadan rahat edemeyeceğim zira.

    Ortada koca koca adamların yaptığı bir iş var. Gözlerim verilen linkleri, o linklerin içinde de verilen bakınızları okumaktan kan çanağına döndü fakat ortada bir gariplik var. Adına İNTİHAL dedikleri bir “halt” yemiş bu adamlar. Nedir bu İNTİHAL dedikleri kavram diye bakıyoruz ve ortaya “Aşırmak” diye yeni bir veled çıkıyor. Şimdi doğal olaral “Ulan bu adamlar HIRSIZLIK yapmış” diyoruz. Dedik ama işin garipliği şurada; malı çalınmış mülk sahibi yalın ayak, başı kabak, etekleri tutuşmuş halde köy meydanında “HIRSIZ VAAARRR!!!” diye bağırmıyor!!! Gidip mahkemeye tezimi ÇALDI demiyor. Ya olan ne? Bu işten makam, mevki kazanıldığını gören dürüst bazı adamlar olayı açık etmeye çalışıyor. İyi ama iki sorun(UM) var: Evet iş baya organize halde kurumları, belirli mevkilerdeki adamları da (bile isteye ya da bilmeden ve iyi niyetle) içine almış çarkı döndürüyor ama malı çalınan nerede? Neden hakkını aramıyor? Bilgi denen şeyin mülkeyete girmeye, bir mâlik edinmeye pek meyyal olmaması mı feryatlarına engel? O zaman da “Makan, mevki edinmiş bu adamlar” deriz, ona ne denecek? Sonra neden açık açık HIRSIZLIK demek yerine örtülü kavramlara, neredeyse hırsıza hırsız dememek için çırpınmaya giriliyor? İNTİHAL ile HIRSIZLIK arasındaki fark ne? Neden bir kamu davası vs. açılmıyor savcılar tarafından?

    Prof, Dr, vs ünvanları alan bazı efendiler “Dağdaki çobanla oyum bir mi?” diye yırtınırken ben hırsızlık yaparak bu ünvanı almış birine bile HIRSIZ diyemeyecek miyim? Bari suçunun cezasını çekerken çoban ile aynı vasfı alıp, aynı cezayı çeksin :) İNTİHAL ne ya :)

    Efendim o kadar şey okuyunca toparlaması zor oldu. Lütfen kusuruma bakmayın…

  21. Duygu Özpolat’a kesinlikle katılıyorum. Yazdıklarıma açıklık getireyim: Başkasının yazdığı birşeyi aynen almanın iyi birşey olduğunu düşünmüyorum, bu bir tanım bile olsa. Ama bunun intihal kapsamına girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Daha doğrusu, intihalin bir önem derecesinin olması gerektiğini ve bunun oldukça önemsiz derecede bir intihal olarak sınıflandırılması gerektiğini düşünüyorum.

    Murat Eren (daha doğrusu Oxford) intihali “başkasına ait düşünçe yazım ya da buluşu kendisininmişcesine kullanma” olarak tanımlamış. Herhalde burada şu kilit soruyu yanıtlamak gerekiyor: Yayınladığınız bir çalışma gerçekten size mi aittir?

    Sözcüğün İngilizcede etimolojik kökenine bakarsak, “publish=to make public”, yani yayınlamak aslında halka sunmak anlamına geliyor. Yayınladığınız bir çalışmanın ne kadarının size ait olduğu biraz tartışmaya açık bir konu galiba. Örneğin ben yayınladığım çalışmalarda, sadece kendim ortaya attığım orjinal fikirleri bana aitmiş gibi hissediyorum. Bunları birisinin kaynak göstermeden kullanması beni rahatsız eder. Ama yaptığım yayın sadece bu orjinal fikirlerden ibaret olamıyor tabii; anlaşılır olması için önceden yapılmış çalışmaları da özetlemek gerekiyor. Bunun ötesinde, kendi orjinal fikirlerim aslında başkalarının uzun yıllar önce kendi orjinal fikirleri ile geliştirdiği yöntemlere dayanıyor, ve makalenin bütünlüğü açısından zaman zaman bunları teorik olarak açıklamak gerekiyor. Yayınladığım bir makalede kaçınılmaz olarak yer vermem gereken bu açıklama kısımlarını bana aitmiş gibi hissetmiyorum. Bunları birisinin kaynak göstermeden kullanması beni o kadar rahatsız etmez, çünkü zaten makalenin bu kısımlarındaki fikirler benim fikirlerim olmadığı gibi, “halka mal olması” için üzerinden yeterince zaman geçmiş kavramlar oluyor bunlar çoğunlukla.

    Umarım demek istediğimi anlatabilmişimdir. Tabii herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, ama ben de o kadar marjinal bir insan değilim, benim gibi düşünen çok sayıda akademisyen olmalı. Zaten bunları buraya yazmamın amacı da bu, belki bir destek veren çıkar :)

  22. murat

    Kerem Altun hocam a aynen katiliyorum.
    guzel tespitler, saygilar

  23. mert

    Bilim hırsızlığının ortaya çıkarılmasını destekliyoruz.

    Yalnız merak ettiğim konu sosyal bilimlerde intihal daha fazla olmasına rağmen, ben şahsen onlarca bilmeme rağmen, ne bu yazıda nede kardeş diğer sitelerde buna rastlayamadım.

    Türkiye’de intihal yalnızca bilgisayar alanında mı yapılıyor? Bu yazıyı yazanların etik kaygılardan çok başka bir mücadele içine girdiklerini düşündüm. Aksi halde diğer disiplinlerle ilgili örnekler olurdu.

  24. Tezlere erişim güçlüğü ile İlgili düzenleme:

    https://twitter.com/merenbey/status/252819418759954432

  25. Ali

    Dedektifçilik oynayan birisi güya kendince bir şeyler bulmuş. daha tez izleme komitesi ile tez jürisini ayırt edemeyen bir vatandaş.

  26. Bir ODTÜ'lü olarak

    Üniversitelerimizin içinde bulunduğu duruma çok üzülüyorum. Mezun olduğum üniversitemden, bölümümden ikinci örnekdeki gibi tezlerin çıkmasından utanıyorum. Kendi alanım olduğu için iddia ediyorum: Akbar’ın ve Dağtekin’in tezleri sadece yüksek oranda örtüşmüyor, bol miktarda intihal de içeriyor.

    Bilim hırsızlıklarının ortaya çıkartılmasını destekleyenler, örneğin Mert isimli yorumcu, siz de bildiğiniz onlarca örnekden birkaçını bizlere duyurun. Bir yerlerde rastlamak için beklemeyin.

    Murat Eren ve arkadaşları kendi alanlarında bulduklarını paylaştılar. Etik dışı davrananların teşhir edilmesi şart.

    Teşekkürler.

  27. Marmara Üniversitesi de öğretim üyelerine tezlere erişime izin veren belgeleri imzalamaları için yazı göndermiş:

    https://twitter.com/merenbey/status/254584205567225858

  28. Arda

    Çok tebrik ve teşekkür ederim. Bu tarz, doğru ve gerçeğin peşinde, her ne şekilde ve suretle ve her ne konuda olursa olsun koşan, çabalayan insanlara duyduğum saygı büyük. Ve çevrenizde, yanınızda benim gibi birileri daha var, bunu bilin istedim. Çalışmalarınızın başarılı bir şekilde devam etmesini temenni ederim.

  29. Burada da paylaşalım: “İntihal yapmayanlar istisna” – http://basin.arsiv.metu.edu.tr/gunluk/26373.jpg

  30. H. Bahadır Akın

    Güzel çalışma olmuş, ümit ederim olumlu gelişmelere vesile olur.

    Benim yorumumdan da bahsettiğiniz kısımla ilgili YÖK’ün ne tür bir ceza verdiğini bilemiyorum ama Türkiye’de konu nedense ciddiye alınacak gibi görünmüyor. Mesele basit bir alıntı işinin usulünce yapılmamasının çok çok ötesine, tümüyle aynı çalışmayı bir süre sonra minör değişikliklerle aynen yazmaya, hatta tıpkı basıma kadar varıyor ve tüm dünyada olan bu iş bizde denetimin ya hiç olmaması ya da sonuçta etkili bir yaptırım uygulanmaması sebebiyle daha yaygın hale geliyor. Fikir ve Sanat Eserleri kanununda aslında ağır ve caydırıcı cezalar öngörülüyor ve bazı ağır cezalar verilen örnekler olduğunu biliyorum ama idari ve hukuki mekanizmanın bu konuyu çok ciddiye aldığı konusunda kuşkuya düşmemizi gerektirecek örnekler herhalde daha fazla. Belki tez ve makalelerin internet üzerinde daha yaygın denetlenmesi , Türkçe intihal belirleme yazılımlarının yaygınlaşması insanları, konunun yaygın olarak gündeme getirilip tartışılması vs. herkesi daha ciddi olmaya sevk edecektir.

    Yeni YÖK yasası tasarısında başta intihal ve genel olarak akademik performans ve kaliteye ilişkin önemli birşey öngörülecek mi bilmiyorum, radikal tedbirler alınmazsa, bu vurdumduymaz yapıyla, çürükler ayıklanmadan yük sadece iyi niyetli ve yetenekli akademisyenlerin sırtına vurularak daha ne kadar gidilir bilemiyorum.

    Çalışmalarınızın devamı dileğiyle.

  31. 4 sene önce dijital olmayan tezlerin tez sahiplerinden izin alınıp bedava kullanıma acacaklarını söylediler ama mantıksız bir cevaptı çünkü dijital olmayan tezlerin sahipleriyle ancak tek tek irtibat kurarak bu izni alabilirler yoksa tez sahiplerinin başka işi yok yök’ e yazıp izin verdim diyecek, böyle bir şey olamayacagın yök tekilerde biliyor bu yüzden o dijital olmayan tezlere malesef hiç bir zaman ulaşılamayacak, böyle mantıksız bir saçmalık olmaz yök efendileri çok biliyor ya…

  32. Pingback: Regensburg Üniversitesi’ne yaptığım geziden akademiye dair notlar « Anayasa Gündemi

  33. ODTÜ yazının Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmasının ardından Cumhuriyet’e bir tekzip yazısı yayınlatmış. Konu üzerine yazdığım kısa bir not şurada:

    https://www.facebook.com/meren/posts/10151147120458863

  34. mert

    ben çalışmalarınızın devamı diğer doktora tezleri açısından da gelecek mi?

    yoksa hep aynı kişileri takibe alıp, mail zincirleri ile bu konu devam mı edecek bilmek istiyorum.

    Murat Eren gerçekten intihal konusunda kamuoyunu aydınlatan bir akademisyen ve bilim insanı mı?

    yoksa sadece belli başlı kişiler ve onların çevresindekilerle ilgili kişisel husumetler nedeniyle açık arayan biri mi?

    Türkiye’deki intihal sadece bu kadar mı?
    öyleyse oldukça gelişmiş bir ülkeyiz.

    Eğer değilse, yazıların devamını bekliyoruz…
    Eğer amacınız gerçekten Türkiye akademisinin karanlık arka sokaklarını aydınlatmak ise,
    diğer tezleri de incelemenizi bekliyoruz…

    Anonim yazarlar size niye bu konuda yardımcı olmuyor?
    Yok mu başka intihal yapan?
    Sadece dönüp dolaşıp, ODTÜ, çanakkale vb mi?
    Diğer herkes ak pak mı?

    Yanlış anlamayın,
    ben gerçekten bir taraf değilim.
    Sadece sizin gibi kuşkucuyum, eleştirinin her türlüsüyle ilgili bir sorunum var.

    Sizden gerçek bir bilim insanı yaklaşımı bekliyorum.
    Bunun şahsi bir mevzu arkadaş dayanışması değilde,
    bu uğura emek harcayan birinin çalışması olduğunu kanıtlayıcı devam yazıları bekliyoruz.

  35. Murat Eren’in yazısını sonuna kadar okumadan yorum yazanlara hatırlatalım:

    “Sevgili akademisyenler, öğrenciler, ve tüm aktivistler,

    Akademinin içine düştüğü kısır döngüyü kırmak için üzerinize ne tür bir sorumluluk düştüğünü çok iyi tahlil etmelisiniz.

    Türkiye akademisinin ihtiyacı olan seferberliğin öğrencileri ve toplumu intihalin tehlikeleri konusunda bilinçlendirmekten yasama ve yürütmedeki problemleri gür bir tonla dile getirmeye, bilim hırsızlığı vak’alarını ortaya çıkarıp, açıkça eleştirmekten bu eleştirilerin toplumun geri kalanına ve gerekli mercilere ulaşmasına ön ayak olmaya kadar geniş bir yelpazeye dağılmış olan kalemlerinden herkesin payına bir şeyler düştüğüne inanıyorum.

    Neredeyse herkesin sorumsuzluğu ile tıkanan akademide kalıcı bir reform, ancak hemen herkesin sorumluluk alması ile mümkün.”

  36. Tokat gibi bir yazı. Akademik problemler külliyatındaki yazılar da öyle. Ve bu tokadı yemek bize, akademiye gerçekten iyi gelecek. Tüm çabanız için teşekkürler.

  37. sarper yılmaz

    Yazınızı zevkle okudum. Ancak kanayan bir yaranın sınırlı bir bölümüne ışık tutuyor. Bunun bir de sosyal bilimler tarafı var. Tıp tarafı var. Ama çok yoğun emek harcamış, konuyu da basına kadar taşımışsınız. Tebrik ediyorum.

  38. Melih Yılmaz

    Sayın Murat Eren ellerinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş.Teşekkürler…
    Ayrıca yorum yapan herkese de teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

    Gerek sayın Murat Bey’in yazısı, gerekse yapılan yorumlar bilim insanı olma yolunda ilk adımı atmaya, yüksek lisans yapmaya, hazırlanan bana çok şey kattı.Dediğim gibi henüz yolun başında olmama rağmen bölümüm itibariyle ufak tefek,kendi çapımda bir kaç araştırma yazısı yazdım.(her ne kadar siz bilim insanlarının yanında “yazdım” demek hoş gitmese de hoşgörünüze sığınıyorum :) ) Lafın kısası bu yazıları yazarken hocalarım sayesinde intihal yapmanın ne kadar ahlaksızlık, doğru yollarıyla alıntı yapmanın da gerekli olduğunu öğrendim. Yolun başında olan ben bunu idrak edebildiysem intihal yapan bilim insanları(!) eleştirilmeli ve hatta gerekli cezayı da çekmeli diye düşünüyorum. Bu yolda ise sayın Murat Bey’in yazısı ve nice fikirler gerekli yerlere ulaştırılmalı. Daha öncesinde üniversite hocalarının kafalarının içine sokulmalı ki arakçı bilim insanları yetişmesin.

    Son olarak, 2-3 sene önce patlak veren bir olayı hatırlatmak isterim.Dünya’ nın en iyi üniversitelerinden olan Tokyo Üniversitesi’nin 130küsür yıllık tarihinde ilk kez sahtecilk ve intihalcilik yaptığı anlaşılan birisinin doktorası geri alındı.Evet o kişi bir Türk.Serkan Anılır.Tabi bu olaydan sonra bu kişinin doktora tezini onaylayan kurkuldaki profesörler de artık görevde değiller(miş.) Japonya’da 1 sene kalıp, çeşitli bilim insanlarını dinlemiş biri olarak Japonya’da bilim yapmak isteyen Türklere olan bakışı söylemek bile istemiyorum.Japonya’ da bilim yapmaya ilk adım atmak için hazırlanan ben ve benim gibilerin geleceğimize çok iyi bir katkı(!)yapan sahteci ve intihalci Serkan Anılır’ a da saygılar…

    Uzun oldu kusuruma bakmayın.
    Başta sayın Murat Bey’e sonrasında diğer yorumculara tekrar teşekkürler.
    NOT: Çanakkale’ de işini iyi yapanlar da var. ;)

  39. İtirafçı

    Türkiye’de üniversite, eğitimi, hocası ve öğrencisi yoktur… Okumadığım kitabın eleştirisini yapıp yüksek notla geçtiğim olmuştur…

  40. Gercekci

    asagidaki linkte, yaptigi yalan calismalarla doktora alan bir kisinin nasil yakalandigini aciklayan bir dosya

    http://blog.chembark.com/2011/07/07/the-sezen-files-%E2%80%93-part-i-new-documents/

    Su anda kendisi Gebze Yuksek Teknoloji enstitusunde ise baslamis yardimci docent olarak

    http://www.gyte.edu.tr/personel/1040/5411256/beng-sezen.aspx

  41. Mustafa Kemal

    Arkadaşlar,
    Habere bir bakarmısınız? gülmekten yerlere yıkıldım.

    Dünya Bilim tarihine, ”En fazla Patent sahibi Türk Bilim adamı” olarak tarihe geçen Prof. Dr. Ali Okatan, Katarakt ameliyatı olarak hastaneden taburcu oldu.

    http://www.haberdinamik.com/Hangi_Tv_Kanali_Onde/1942-Prof.Dr.Ali_Okatan_Ameliyat_Oldu.html

  42. Çok faydalı bir yazı olmuş. Elinize sağlık. Tez konumda bana faydası olacak bayaaa

  43. Bilge İldem

    Şuan resmen şoka girdim.Ne klavyede ne de aklımda cümleleri toparlayamıyorum çünkü bu bahsettiğiniz Bengü Sezen’den şuan matematik uygulama dersi alıyorum.Kendisinden okul başladığından beri insan olarak hoşlanmamıştım , kalbim temizmiş demek ki.Ne yazsam ne söylesem “no comment” durumundayım.Bende bir mühendis adayıyım keşke bize eğitim verenlerde bu ülkenin geleceği için örnek insanlar olsa …

  44. Faruk

    Yillar sonra bir hatirlatma:

    Bengü Sezen artik Bengü ERGÜDEN ismini kullaniyor:

    https://www.dropbox.com/scl/fi/7fuwglfo7kd38o5dbscu9/CV-Beng-ERG-DEN.pdf?rlkey=eenvk6dqkywzw2l543dht4gpq

Bu Yazıya Yorum Bırakın / Leave a Comment: